Ev 4. Sayı BAŞYAZI: GAZZE’DE SOYKIRIM DEVAM EDERKEN, TÜM İNSANİ DEĞERLER TUTSAKTIR #4

BAŞYAZI: GAZZE’DE SOYKIRIM DEVAM EDERKEN, TÜM İNSANİ DEĞERLER TUTSAKTIR #4

Tarafından Cuma NACAR

İsrail’deki ırkçı Netanyahu hükümetinin Gazze’de ve tüm Filistin topraklarında giriştiği soykırım dünyanın gözü önünde, ekranlarda canlı olarak izlenirken yaşanılan acının, ızdırabın ve gözyaşının dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir zamanda; Hak ve Millet Davasının gür sesi Milli Uyanış’ın yeni bir sayısında buluşmak, yeryüzünün ıslahına ve barış medeniyetine olan ihtiyacının elzem olduğunu bir kez daha hatırlatmanın yanında, buna olan inancımızı perçinlemek yönünden heyecan ve umut vermektedir.

Ülkemizde yaşanan olaylar, Türkiye’nin, Millet Partisi’nin Muhteşem Türkiye hedefine ve özellikle hukuk devletine olan özleminin önemini bir kez daha acımasızca ülkeyi yönetenlerin yüzüne çarpmaktadır. Yaşanılan ekonomik, siyasi, kültürel ve ahlaki kriz; Aziz Milletimizin âlîcenaplığından olsa gerek, Gazze katliamından dolayı vatandaşlarımızın sessizliğine sebep olmuşsa, bu sabır daha fazla zorlanmamalı ve gerekli tedbirler süratle alınmalıdır.

Başta Gazze olmak üzere tüm Filistin topraklarındaki katliamlara seyirci kalan, BM’deki ateşkes görüşmeleri sırasında yalnız başına red oyu veren ABD’yi yönetenleri de tarih utanç ve nefretle anacaktır.

Göz göre göre bir milletin soykırıma tabi tutulmasına seyirci kalınması, kendi vatandaşlarının protesto çığlıklarını haksızca, dayandıklarını iddia ettikleri temelleri yok sayarcasına ve acımasızca bastırmaya kalkışmaları yetmezmiş gibi, bir de dünyanın en prestijli üniversiteleri olarak kabul edilen Pennsylvania, Harvard ve MIT Üniversitelerinin rektörlerini istifaya zorlayan bir zihniyet ne kadar insancıl, özgürlükçü ve demokrat olabilir ki? Neymiş Gazze saldırılarına karşı yapılan öğrenci protestolarında kullanılan “Nehirden denize özgür Filistin” sloganı Yahudi düşmanlığı anlamına geliyormuş… Hemen bu üniversitelere bağış yapanlar seferber edilerek, baskı kurulmaya çalışılmakta ve yapılacak bağışların artık yapılmayacağı ile tehdit edilmekteler. Neymiş rektörler bu protestolara ve sloganlara mâni olmuyorlarmış…Bir millet gözler önünde toplu katliama tabi tutulurken, bu düşmanlık safsatası ile “Herkesin sesini kesip, oturması” gerekiyormuş!

Peki nerede kaldı özgürlükler ülkesi, nerede kaldı ifade özgürlüğü ve bilimsel, akademik özgürlük? Ya da halkın iradesine dayalı demokratik yönetim anlayışı nerede? Yoksa bunların hepsi de bir palavra mıydı? Amerikan aydınlarının, siyasilerin, sanatçıların bu rezilliğe daha fazla seyirci kalmamaları, tarih önünde; “ben susmadım, doğruları haykırdım” diyebilmelerini umut ediyoruz.

Ne var ki Daha önceleri adı ekonomik yardımda bulunarak kongre üyelerini satın almakla geçen Washington’daki en güçlü lobilerden Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesinin (AIPAC) Kongre üzerindeki etkisini göstermek için üst düzey bir AIPAC yetkilisi ile yaptığı görüşmeyi aktaran The New Yorker dergisinin yazarlarından Jeffrey Goldberg, yetkilinin boş bir peçeteyi göstererek, “AIPAC isterse Kongredeki 70 senatör 24 saat içerisinde bu peçeteye imzalarını atabilir.” ifadesini kullandığı da yine kamuoyuna önceki yıllarda yansımıştı. İşte ABD Başkanı Biden’ ın bu komitede yaptığı konuşma da dikkate değer… “İsrail’in güvenliği, ABD’ye bağlı olabilir. Ancak şu anda ABD’den daha fazlasına sahip. Avrupa Birliği’ne, Avrupa’ya ve dünyanın büyük bir kısmının desteğine sahip… Ancak ayrım gözetmeksizin yaptıkları bombalamalar nedeniyle bu desteği kaybetmeye başlıyorlar, buna izin veremeyiz.” ifadelerini kullandı. Aynı yerdeki konuşmasının devamında ise “Netanyahu iyi bir arkadaş, ama bence değişmesi, kabinesini değiştirmesi gerekir…” sözünün ne kadar karşılık bulacağını ise zaman gösterecek.

Öte yandan İsrail muhalefet lideri Yair Lapid, “Netanyahu hayatı boyunca yaptığı şeyi yapıyor; kışkırtmak, yalan söylemek ve nefret üretmek. Şimdi ise bunu acı bir savaşın ortasında, her gün askerlerin öldürüldüğü bir zamanda yapıyor. 7 Ekim’den hiçbir şey öğrenmedi. Felaket onu değiştirmedi. Suçunu kabul edemiyor. Bu adam ülkenin başkanı olmaya devam edemez, bu çok tehlikeli” derken, maalesef muhalefetin ancak kendilerinden gelmesi ne kadar acı…

Ne yazık ki başta Türkiye olmak üzere, Türk ve İslam Dünyasını yönetenler bu vahşete karşı etkili, kalıcı ve uzun yıllara yayılı bir strateji geliştirmekten uzaktır. Günlük politikalarla vaziyeti kurtarmaya yönelik açıklamaların dışında ciddi çalışmaların olmadığını görmek büyük bir üzüntü kaynağıdır. İsrail’i yönetenler de bunun farkında oldukları için, ırkçı Netanyahu “Arap liderlerine söylüyorum. Eğer iktidarınızı ve çıkarınızı korumak istiyorsanız, yapabileceğiniz tek şey var. O da sesinizi kesmek” ifadelerini kullanabilmiştir. Nitekim bazı Arap ülkelerinin İsrail ile yapmış oldukları anlaşmanın, İsrail Silikon Vadisi’ndeki teknolojik yatırımlar-şubelerin yanında, Türkiye’nin de İsrail ile olan ticari anlaşmalarının hız kesmeden devam etmesi, izlenen politikaların dışarıda ayrı, içeride ayrı çifte standartlı oluşunu ortaya koymaktadır. İşte Türkiye İhracatçılar Meclisi raporuna göre Türkiye 2022 yılında İsrail’e mal satışında sırasıyla Çin ve ABD’den sonra gelen Almanya ile birlikte üçüncü sırada yer almaktadır. En fazla ihracat kalemleri ise demir-çelik, motorlu kara taşıtları, plastik ürünleri… Ceyhan’a boru hattından gelen petrolün yaklaşık dörtte birinin İsrail’e gitmesi, gemiciklerin harıl harıl çalışması…Türkiye, Arap ülkeleri gibi; İran’ın tutumunun da çok farklı olmadığı uyguladığı politikalar göz önüne alındığında çok farklı değil…

Özellikle ABD’nin eski Başkanı Donald Trump, ABD’nin 3 Ocak 2020 tarihinde İHA’lar ile Bağdat Uluslararası Havalimanı’na düzenlemiş olduğu saldırı sonucu, İranlı istihbaratçı general Kasım Süleymani’nin öldüğü olayla ilgili olarak “İran yönetimi aradı. ‘Başka çaremiz yok, itibarımızı kurtarmak için sizi vurmamız lazım. Belli bir askeri üsse füze fırlatacağız ama endişelenmeyin üsse ulaşmayacaklar’ şeklinde garanti verdiler.” açıklaması İran hükumeti tarafından yalanlanmadı bile…Kendi halkına karşı böyle davranan bir hükumetin Filistin davasına, Gazze’deki katliama karşı nasıl davranabileceği herhalde herkesin anlayabileceği bir tutum olsa gerek…

İşte tüm aymazlık, çaresizlik karşısında; iktidarını ve çıkarını değil Hakkı, adaleti, insan hakları savunuculuğunu üstlenecek, milletin hak ve menfaatlerini hakkıyla savunacak, haksızlık karşısında susmayacak bir Millet iktidarına olan zaruret elzemdir. Türkiye’de zalimin zulmüne ‘dur!..’ diyecek, sözü-özü barış kurucu, adil, şahsiyetli bir Millet iktidarı gerek!

YÖNETİCİLERİMİZ ACZİYET İÇERİSİNDE VE SİYASET TIKANMIŞTIR.

Toplumun her kesiminde ailede, sokakta, trafikte, çarşıda, pazarda görülen yoğun şiddet olayları, suç patlamaları maalesef sosyal yapımızın ciddi surette tehlike sinyalleri verdiğine işarettir. Tarihte diğer toplumlara örnek olmuş Türk ahlak ve kültürünün bütün yönleri ile tekrar toplumumuza hâkim olması için gerekli politikaların derhal hayata geçirilmesi bir zarurettir. Daha vahim olanı kirli bir dil ve davranışın, tahammülsüzlüğün Meclis’te de görülüyor olması…Bu vesile ile Meclis kürsüsünde hayatını kaybeden İzmit milletvekili Hasan Bitmez’ e Allah’ tan rahmetler diliyorum.

Spor karşılaşmalarında görülen şiddetin bir diğer çirkin yüzünü futbol sahalarında da gördük. Belki de spor tarihimizde ilk kez, aynı zamanda eski bir vekil olan kulüp başkanının, maçın hakemine saldırısına şahit olduk. Yapılan saldırıyı şiddetle kınıyor, hakemimize geçmiş olsun derken; saldırgan/ saldırganlar adaletle yargılanmalı, olay bir milat olmalı, Türk sporu maganda ve mafyalardan temizlenmeli; spor hayatımıza ahlak, erdem, asalet, ilke ve hukuk hâkim olmalıdır!

Ekonomisi, uygulanan hatalı politikalarla çıkmaza giren, ülke ülke gezip kredi isteyen bir iktisadi politikanın başarılı olması beklenemez. Ekonominin düzelmesinin yolunun başta katma değeri yüksek üretim ve istihdam olması gerekirken; kamuda kayırmacılığın, lüksün, israfın, savurganlığın ve hukuksuzluğun ortadan kaldırılması zarurettir. Olan yine dar gelirli vatandaşlarımıza olmuş, adı üstünde asgari olması gereken ücretlendirme, genelleştirilmiştir. Asgari ücrete, memur maaşlarına ve tüm emekli maaşlarına yapılacak zammın yılda bir defa yapılacağını açıklayan yöneticilere sormak gerekir; “Siz başta akaryakıt olmak üzere başta giyim, gıda olmak üzere tüm ürünlere yılda bir kez zam yapılacağının sözünü verebiliyor musunuz?” Değilse yapılan zam daha vatandaşın cebine girmeden, tüm tüketim mallarında zam yağmuru başlayacaksa, başta emekli ve çalışanların maaşlarındaki artış olmak üzere, yeni asgari ücret ne kadar arttırılırsa arttırılsın pula döneceği baştan bellidir. Aziz vatandaşlarımız âlîcenaplık gösteriyorsa, gündemlerinde Gazze’deki katliam olduğu içindir. Bunun böylece bilinmesi gerekir.

Yeni İçişleri Bakanı, 1 Haziran tarihinden itibaren 180 günlük süre içinde; terör örgütlerine ve terörün finansmanına, organize suç örgütlerine, uyuşturucuya, göçmen kaçakçılığına, bilişim sistemleri, ödeme sistemleri, yasa dışı bahis ve çocuk istismarı, kaçakçılara karşı 170.556 operasyon yapıldığını duyurdu. Yanlış okumadınız, tamı tamına 170.556 operasyon…Bunların içinde özellikle birkaç kalemi ayrıntıları ile yazmak şart oldu. Bu sayının en fazla olanı ise uyuşturucu ile mücadeleye yönelik…Şöyle ki uyuşturucuya yönelik 132 bin 537 operasyon düzenlenmiş ve 15 bin 280 kişi tutuklanmış, 6 bin 143 kişi hakkında da adli kontrol kararı verilmiş…

Şimdi yeni bakanın bu açıklamasının çok yönlü düşündürücü tarafı var. Ama özellikle; 1- Önceki bakan zamanında bu suçlarla gerektiği gibi mücadele edilmemiştir. 2- En fazla operasyon uyuşturucu ile mücadeleye yönelik olduğuna göre Türkiye uyuşturucu bataklığı haline getirilirken, nass’ı esas aldığını ilan eden bir iktidar ne yapmıştır veya hiçbir şey yapmamıştır. 3- Yeni bakan sırf kendini ispatlamak için 180 gün içinde 170.556 operasyon yapmadığına göre; önceki bakan görevini yapmamıştır ve hakkında en azından görevi ihmalden soruşturma açılmalıdır. Şimdi bu iktidarın millici olduğuna kim inanır. Özellikle gençlerimiz uyuşturucu baronlarının elinde yitip giderken bu yöneticiler bunun vebalinden nasıl kurtulacaktır? 4- Sadece suç ve suçlu ile mücadele yeterli midir? Bunun eğitim boyutu yok mudur? Devlet gücünü tümüyle harekete geçirerek suçla mücadele gerekmez mi? Hele hele Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında uyuşturucuya bağlı ölümlerde son sıralardan üçüncü sıraya gelmişse, uyuşturucuya başlama yaşı onlu yaşlara kadar gelmişse…

 

Uyuşturucu gibi hayati konuda gerekli, etkili, caydırıcı ve kalıcı mücadele edemeyen bir iktidar, diğer suç tipleri ile nasıl mücadele edecektir? Öyle olduğu için de ponzi gibi saadet zincirleri, fenomen vak’aları, sosyal medyada teşhircilik yapanlar meydanı boş bulmuştur.

Dış politikamız rüzgâra göre değişkenlik göstermiş ve devlet politikası olmaktan uzaklaşmıştır. Elbette ki Türkiye, bölgesel paktlar kurmalıdır. Ancak öncelikle devletimizin, milletimizin tarihsel hakları korunmalıdır. Yunanistan ile yine sıcak ilişkiler kurulması iradesi gösterilmiştir. Peki Türkiye’nin Lozan’la, uluslararası hukuk kuralları ile teminat alınmış hakları bir çırpıda heba edilerek ilişkilerin iyileştirilmesi hangi akla sığar? Yunanistan Oniki adaları, Ege Türk Adalarındaki askeri üslerini kapatmış, askerlerini geri çekmiş ve bu adaları silahsızlandırmış mıdır? Hayır. Öyle ise başta münhasır ekonomik bölge hakkımız ve deniz anlaşmaları olmak üzere hayati öneme haiz haklarımız teminat altına alınmadan hangi akılla bu ilişkilerde yumuşama yoluna gidilmektedir?

MAHALLİ SEÇİMLERE GİDERKEN, ALİ CENGİZ OYUNLARI SİYASETİ ESİR ALMIŞTIR.

Türk siyasetindeki irtifa kaybı, her yeni olayla biraz daha artmakta… Mayıs ayında yapılan genel seçimlere ana muhalefet partisinin, bölücü terör örgütü ile arasına mesafe koymayı başaramamış bir parti ile gizli kapaklı görüşmelerinin gölgesinde girilmişti. Şimdi ise sırf elindeki belediyeleri kaybetmemek için biraz daha açıktan görüşme ve iş birliği yolunu seçmişe benziyorlar. Ne yazık ki sırf seçimleri kazanmak uğruna hiçbir kırmızı çizginin kalmadığını görmek Türk siyaseti açısından büyük bir kayıp…

Sol parti ismi ile Doğu ve Güneydoğudaki seçmenlerin oy’unu alamayacağını düşünen parti ismini ‘dem’ olarak değiştirirken bir yandan da iktidar partisi ile görüşmeyi ihmal etmemekte… Özellikle büyük şehirlerde aday gösterme karşılığında, seçilecek belediyelere kayyım atanmamasının teminatını almaya çalışıyorlar. İktidar partisi böyle bir teminat vermeye kalkarsa, kendi kendini inkâr etmiş olur. Kayyım atamaları hukuki ise bu teklif nasıl kabul edilecektir?

İktidar partisini ve ana muhalefet partisini günlük, gelip geçici birtakım menfaatler uğruna Türkiye’nin temellerini dinamitleyecek her türlü girişimden vazgeçmeleri konusunda uyarıyoruz. Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşlarımızın dem’lenmeye niyetinin olmadığı ortada iken, onları yine terörle arasına mesafe koyamamış partiye mahkûm etmeyin.

Mevcut hali ile siyasi partiler bu kadar ağır sorunların üstesinden gelecek yeterli hazırlık, kadro, çap ve kırattan mahrumdur. Çözüm yeniden milli mücadele, ıslahat ve millet kadrolarının önce mahalli idarelerde, sonra da genel idarelerde demokratik, meşruiyetçi ve millete dayalı iktidarındadır. Bunun için de bıkmadan, usanmadan, yılmadan, gevşeklik göstermeden, umutsuzluğa düşmeden ve mağlup olunmayacak ve galibi belli olan ulvî bir mücadele, çaba, gayret… Yerin, göğün ve arasındakilerin tespih ettiği, ol dediğinde olduranın yanında bunlar nedir ki? Kün fe yekün…

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00