Ev 6. Sayı BAŞYAZI: Hukuk Devleti Zarurettir #6

BAŞYAZI: Hukuk Devleti Zarurettir #6

Tarafından Cuma NACAR

Hak ve Millet Davasının Gür Sesi Uyanış’ın kadir kıymet bilir değerli okuyucusu, 6.sayımız ile buluşturan Rabbimize sonsuz hamd ve senalar, şükürler olsun. Emeği geçen tüm arkadaşlarıma yürek dolusu tebrikler. Onlara teşekkür ediyorum.

Ülkemizin hukuk devletine olan özlemi, ihtiyacı; geçen her zaman diliminde kendini şiddetle hissettirmeye devam ediyor. Haksız, adaletsiz, anti demokratik seçim sistemi ile mahalli idareler seçimi bir yığın garabetlere sahne oluyor. Bütün imkansızlıklara karşı iman varsa, imkân da vardır azim ve kararlılığı ile Aziz Milletimin kahraman evlatlarının fedakarlıkla, feragatle yaptıkları mücadele ile Millet Partisi, 81 il ve ilçelerdeki aday listelerini seçim kurullarına verdiler. Gazze’deki soykırım, insanlık suçu dur durak bilmeden, acımasızca ve vahşice sürdürülüyor. Ölen Filistinlilerin sayısının 30 bini aştığı ve bunların 2/3’ünün çocuklar ve kadınlar olması vahşetin, soykırımın, insanlık suçunun boyutlarını göstermektedir. 11 ilimizi etkileyen 6 Şubat depreminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, hiç de ders alınmadığını görüyoruz. Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın maden ocağında göz göre göre gelen facia; adeta sömürge ülkesi gibi görülen Türkiye’nin, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin nasıl küresel güçlere peşkeş çekildiğini gözler önüne sermesi bakımından ibretlik…

Bu adaletsiz seçimde, aziz milletimin kahraman evlatlarını yürekten tebrik ediyorum.  

Türkiye 31 Mart’ta haksız, adaletsiz, eşit olmayan, antidemokratik seçim mevzuatı ile mahalli seçimlere gidiyor. Bir yanda gittikleri illerde, ilçelere varıncaya kadar bir bakmışsınız AKP genel başkanı şapkası ile bir bakmışsınız cumhurbaşkanı sıfatı ile devletin bütün imkanlarını kullanarak seçim çalışmalarını yürüten bir iktidar ve ortakları var. Diğer yanda ise ana muhalefet partisi ve diğer muhalefet partileri yönetimlerindeki belediyelerin bütün imkanlarını kullanan siyasi partiler var. Devletin ve belediyelerin imkanlarını seçimde hoyratça kullanmaları yetmezmiş gibi bir de üstüne üstlük; beş siyasi parti yetim hakkı Hazine’den aldıkları 6 milyar 682 milyon lirayı kullanmaya devam ediyorlar. Geçen yıl, 2023 genel seçimlerine giderken Millet Partisi olarak dedik ki; gelin 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli deprem sebebiyle, ‘Partilere yapılan Hazine yardımı depremzedelere verilsin.’ Ne yazık ki sağır sultanlar duydu bu çağrımızı, ama bu siyasi partiler duymadı, gereğini yapmadılar. Bir kez daha ilan ediyoruz ki; Hazine’den partilere yapılan yardım, Millet Partisi iktidarında kaldırılacak ve yetim hakkı, bu partilere peşkeş çekilmeyecektir.

İşte böyle antidemokratik, eşit ve adil olmayan seçim mevzuatı ile gidilen mahalli seçimlerde; tüm engellere rağmen, kar-kış demeden yollara düşen Millet Partisi’nin aday listelerini seçim kurullarına ulaştıran Aziz Milletimin kahraman evlatlarını yürekten tebrik ediyorum. Allah onlardan razı olsun, mükafatının büyük olduğunu onlar biliyorlar. İşte “Rant belediyeciliği değil, kent belediyeciliği” diyerek insana ve millete hizmet etmek amacıyla,

31 Mart 2024 Mahalli İdareler Genel Seçimleri için;

* Aday bulmak için çalışan,

* Aday olan veya çeşitli sebeplerle aday olamayan (aday gösteremediğimiz),

* Maddi – manevi yardımcı olan,

* Adayların belgelerini ve yazışmalarını hazırlayan,

* Adaylık başvurularını İl ve İlçe Seçim Kurullarına teslim eden,

* 31 Mart Seçimleri için ev ev, esnaf dükkân çalışan,

* 81 ilimizin tamamında aday gösteren,

* Millet Davası’nın görünür-görünmez fedakâr, cefakâr, sebatkâr dava insanı kahramanlarına; karşılığını Türk Milleti’nin varlık ve beka davasına hizmet etmek hazzından alan, kahraman dava arkadaşlarıma aziz milletimin huzurunda Millet Partisi adına teşekkür ederim. Aziz Milletimizin de gerekli çabayı, gayreti gösterecek Millet Partisi kadrolarına gereken desteği vereceğine inanıyorum.

İliç katliamının sorumluları yargı önünde hesap vermelidir

Erzincan İliç’teki dağlar gibi işlenmiş siyanürlü liç toprağının kayması ile meydana gelen facianın üzerinden geçen bunca zamana kadar hala 9 işçimizin cansız da olsa bedenine ulaşılamamış olması, derin bir üzüntü sebebidir. AB üyesi ülkelerde, ABD’de ve Kanada’da meydana getireceği felaketlerden dolayı siyanürle altın arama yasaklanmış bulunmaktadır.

Madenin bulunduğu alanın Fırat Nehri’ne 600 metre yakınlıkta oluşu, daha önce siyanür sızıntısı nedeniyle faaliyeti durdurulmuş olan bir madenin gerekli incelemeler yapılmadan bir de üstüne üstlük kapasite artırım girişimleri, daha büyük felaketlerin habercisi gibidir. Madeni işleten Anagold Madencilik’in yüzde 80’inin meşhur Rothschild ailesine ait olduğu ifade ediliyor. İlk kurulduğu günden itibaren, altın çıkarmada kullanılan siyanür ve sülfirik asidin bölgede ekolojik yıkıma sebep olduğu itirazlarına rağmen sessiz kalınması, siyanürle altın aramanın yasaklanmaması ve gerekli her türlü tedbirin alınmaması cennet vatanımızın ve aziz vatandaşlarımızın ülkeyi yönetenlerce nasıl sahipsiz bırakıldığının bir göstergesidir. Üstüne üstlük dev siyanür havuzlarının Fırat’a 600 metre yakınlıkta olması tehlikesinin yanı sıra, maden alanının depreme fay hattı üzerinde olduğu iddialarının aksi, devletimizi yönetenlerce bilimsel çalışmalarla ispatlanamamış olması, siyanürün havaya, toprağa ve suya karışması ile tehlikenin ekolojik bir yıkıma dönüşmesini, gelecek yıllarda suyun değerinin daha çok artacağı ve yeni dünya savaşının su yüzünden çıkacağı göz önüne alınırsa yıkımın boyutları hayal bile edilemez, Allah korusun.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, maden ocağının en son ağustos ayında denetlendiğini, bu denetimlerde herhangi bir olumsuz tespit bulunmadığını ifade etmesi, aslında hiçbir denetimin yapılmadığını göstermektedir. Zira siyanürle işlenmiş toprak yığını olan liç yüksekliğinin azami 150 metre olması gerekirken, hiçbir engelle karşılaşmadan 257 metreye kadar hoyratça yükseltilmesi, kendilerini üstün ve dokunulmaz görmelerinden başka nasıl izah edilebilir.

 

Araştırmacıların tespitine göre; Osmanlı Devleti’nin o en zayıf olduğu zamanlarda bile çıkarılan altınların %75’i yabancılara, %25’i devlete kalırken; şimdi çıkarılan bu altınların %98’i yabancılara, %2’sinin devletimize kalması ancak, sömürge altındaki devletlerde görülmesi, ülkenin içine düşürüldüğü çıkmazı gözler önüne sermektedir. Geride, yabancıların bazı Türk şirketleri ortaklığında siyanürlü toprakta boğulup ölen canlarımız, vatandaşlarımızın bozulan sağlığı, tahrip edilen havası, suyu, bitkileri, hayvanları ile cennet vatanımız; yani siyanürlü bir doğal hayat…Ekinin ve zürriyetin bozulması…Nitekim önceki yıllarda Kütahya’daki siyanürle altın arama faaliyetleri sırasında Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yapılan araştırmalarda bölgedeki vatandaşlarımızda kanser vak’alarındaki ve ölümlerdeki ciddi artış hadisenin ne kadar vahamet arz ettiğini işaret etmektedir. Hani Türkiye kıskanılan, gıpta edilen bir ülkeydi…

 

Ülke olarak büyük bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. Öncelikle maden ocağı derhal kapatılmalıdır. Bunun yanında göçen malzemenin nasıl kaldırılacağının planlanması ve bir an önce uzaklaştırılması sağlanmalıdır. Bu arada sahadaki tüm teknik sorumlular ve ÇED raporunu hazırlatan ve hazırlayanlardan başlayarak açılan davalara ret görüşü bildiren tüm bilirkişiler ortaya çıkarılmalı, sorumlulukları sorgulanmalıdır. 

Yaşanan olaydan ders alınarak ülke genelindeki tüm maden ocaklarının durumları değerlendirilmeli, kaçınılmaz görünen yetersizliklere dayalı olarak çoğunun kapatılması düşünülmelidir. Bu bağlamda çıkarılan servetin büyük bölümünün yurtdışına götürüldüğü, geriye ise talan edilmiş, ekilip biçilemeyen çorak araziler kaldığı gözetilmelidir; söz konusu arazilerin “yitirilmiş ülke toprağı” olduğu kaçınılmaz bir gerçektir.

Hukuk devleti bir zarurettir

Anayasa devletin temel niteliklerini, organlarını, kuruluş ve çalışmasını tespit eden; yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiyi düzenleyen, temel hak ve özgürlüklerle ilgili prensipleri, kuralları koyan esas kuruluş kanunudur. Normlar hiyerarşisi kuralı gereği tüm mevzuatın en üstünde yer alır ve altındaki düzenlemeler kendisine aykırı olamaz. Anayasanın üstünlüğü prensibinin gerektiği gibi uygulanması, devlet aygıtının varlık sebebine uygun olarak fonksiyonunu icra edebilmesini sağlar. Aksine üstünlerin hukukunun egemen olması ise devlet aygıtının bozulması, fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesi; devletin bütün kurum ve kuruluşları ile bozulması, sorunları çözen bir yapı olmaktan uzaklaşması ve bizatihi kendisi sorun olması sonucunu doğuracaktır. Başta devleti meydana getiren temel kuvvetlerin asli vazifesini yapamaz hale getirilmesinin bir diğer önemli sonucu da milletin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmesi ile birlikte, sosyal yapının da dejenerasyonuna sebep olacaktır. Üstünlerin hukuku hâkim olduğunda, demokrasinin olmazsa olmaz prensibi olan kuvvetler ayrılığı prensibinin yerini kuvvetler birliği alacaktır. Böyle olunca da vatandaşların gerek birbirleri ile olan gerekse de devlet gücünü elinde bulunduran kendisini yönetenler (pek tabii yöneticilerin bulundukları kurumlar) ile olan ihtilafında, nihai gayesi hukuk bilimi ışığında ve evrensel hukuk kurallarını da gözeterek objektif adaleti tesis etmek olan yargı, herkese eşit olarak uygulanamaz, bağımsız ve tarafsız olamaz. Hele hele yargı, yasama organı olan mecliste olduğu gibi, yürütmenin emir eri haline getirilerek ‘şöyle, böyle karar ver’ denilen, akşamın karanlığında güneş gözlükleri ile yürütmenin ‘tutukla veya serbest bırak’ emirlerinin hamili olan görevlilerinin getirdikleri mesajlar ile karar veren güç haline getirilirse, o ülkede yargı bitmiş demektir.

Bu, Allah korusun, devletin, demokrasinin ve milletin de inkırazı demek olacaktır.

Çözüm, otoriterizmini ortadan kaldıracak, özgürlükçü ve ıslah edilmiş bir parlamenter sistemden geçmektedir.

İşte Türkiye’deki hâkim ve savcıların mesleki kıdeminin 3 yıldan az olanların sayısı, toplam sayının %45’ini oluşturması, hukuk devleti sıralamasında dünyada 117. sırada olması, ülkeyi yönetenler için bir utanç tablosudur.

Türkiye siyasi, kültürel, ekonomik, moral alanlarda kendi vatandaşlarının insan hak ve özgürlükleri konusunda, dünyada parmakla gösterilen bir ülke olmalıdır. Bunu yaparken de elbette ki sadece ve sadece milletin hak ve menfaatleri belirleyici olmalıdır. Küresel güçlerin tehdit ve şantajları, dayatmaları asla belirleyici olmamalıdır. Evrensel hukuk ilkeleri göz önünde bulundurulmalıdır. Sırf AB’ye girmek saiki yerine; evrensel hukuk ve demokrasi, insan hak ve özgürlükleri bunu gerektirdiği için düzenlemeler yapılması gereklidir. Her ne sebeple olursa olsun, yürütmenin yargıya emir ve talimat vermesini ortadan kaldıracak düzenlemeler demokratik ve hukuk devleti ilkesini temin, acilen ihtiyaçtır. Ne var ki siyasi iktidar tam tersi bu amacı temin edecek ilkeleri kuvvetlendirmek yerine, var olanları da ortadan kaldırmaktadır. Bunun sonucu Türkiye otoriter, totaliter rejime kayma yüksek riskini bünyesinde taşır.

Yine yargının bağımsız ve tarafsızlığını temin için HSK’nın yapısının, yürütmenin tasallutundan bir an evvel kurtarılması, yargıdaki ehliyet ve liyakatin arttırılması, gerçekten bağımsız ve tarafsız olmasının sağlanması; devlet kurumlarına itibar edilmesi, içinin boşaltılmaması, Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olması için vazgeçilmezdir.

Yargının tepesindeki kriz derhal sona erdirilmelidir

Hangi siyasi görüşe, etnik veya mezhebe mensup olurlarsa olsunlar; Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmak bir onur ve imtiyazdır. Haksızlığa uğradığı yüksek mahkeme ile tescillenen bir kişinin, hakkını savunmak bize düşer. Mevcut Anayasa’nın 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olması, siyasi iktidarların işine geldiği gibi sürekli değiştirerek kırk yamalı bohçaya çevirdiği bu Anayasa, yürürlükte olduğu müddetçe başta devletin temel organları olmak üzere herkes için bağlayıcıdır. Madem ki Anayasa Mahkemesi seçme ve seçilme ile kişi güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir; başta buna sebep olan ilk derece mahkemesinin veya Yargıtay’ın bu hak ihlalini gidermesi gerekir. Tersine Anayasa Mahkemesinin ve kararlarının, Anayasadan aldıkları görev ve yetki yok sayılarak yapılan işler haksızdır.

Yargının siyasallaşmasına izin verilmemeli, hukukun üstünlüğüne olan saygının gereği yerine getirilmeli, bu konuda azami hassasiyet gösterilmelidir. Hukuka gereken değer ve önem verildiği zaman ancak Türkiye; güçlü, ileri, mutlu, huzurlu, gelişmiş, kalkınmış bir ülke olabilir. Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünün bütün organlar, kurum, kuruluşlar ve vatandaşlar tarafından benimsenmesinden geçer.

Üzülerek söylemek gerekir ki Türkiye’de bugün hukukun üstünlüğü hâkim değildir. Öyle olduğu içindir ki demokrasi her geçen gün ciddi yaralar almaktadır. İşte Türkiye bugün, dünyada yolsuzluk algı endeksinde 101. Sıradadır. Türkiye hukuk devleti sıralamasında 2022 yılında 117. sıraya düşmüştür.

Siyasi iktidar yargıya müdahaleden vazgeçmeli, uluslararası ilişlerde yargıyı kullanmaktan vazgeçmelidir. Yakın tarihte Suudların Kaşıkçı cinayetinde, İsrailli Danny Avka uyuşturucu ticaretinde veya Amerikalı Rahip Brunson ve Alman Deniz Yücel v.s. davalardaki müdahaleler, Türk yargısının itibarına vurulmuş bir darbedir.

6 Şubat depreminin ardından gerekli dersler alınmamıştır

Kahramanmaraş merkezli ve 11 ilimizi etkileyen 6 Şubat depreminin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçti. Asrın felaketi denilen depremde 13 milyon vatandaşımız etkilendi. 54 Bine yakın canımızı kaybettik. Ancak depreme giden süreçteki kasta varan ciddi ihmaller, tahribatın bu kadar büyük olmasına sebep oldu. Zira depremden önce yapılan acil eylem planı çerçevesinde tahliye edilmesi gereken binalar boşaltılmadı, toplanma alanı olarak tespit edilen yerler imara açıldı, AVM’ler yapıldı, binalarda gerekli denetimler yapılmadan imar barışı adı altında binalara yapı kayıt belgesi verildi, oy ve bütçeye gelir için imar afları çıkarıldı. İçimiz kan ağlayarak söylemeliyiz ki bu yanlışlıkların en fazla olduğu İstanbul için bugün göz göre gelen büyük tehlikeye karşı hala ciddi tedbirler alınmış değildir. 6 Şubat depreminden sonra yaşananlar ise bu kasta varan ihmallerin devamı niteliğinde asrın acziyetine, yönetimsizliğine dönüşmüştür. Asrın felaketinin, asrın acziyetine, ihmaline, yönetimsizliğine dönüşmesine sebep olan kamu görevlileri hakkında ciddi, gerekli ve yeterli soruşturma yapılmamış ve cezalandırılmamıştır.

Millet Partisi’nin Yerel Seçim Bildirgesi’nde de ifade edildiği üzere; ilmin rehberliğinde, ehliyet ve liyakat sahibi vatandaşlarımıza görev verilerek, haksızlık yapmadan, kayırmacılık yapmadan, ortak akılla, rant belediyeciliği değil, kent belediyeciliği anlayışı ile belediyeler yönetilmeli ve millete hizmet götürülmelidir. Deprem sonrası yaşanan dramlar bahsine girmişken, depremden sonra kaybolan çocuklarımızın önemli bir sorun olduğu unutulmamalıdır. Mersin’de kaybolan bir çocuğun İstanbul’da, bir başka çocuğumuzun ise Hollanda’da ortaya çıkması, ABD’deki Epstein davasını düşününce konunun vahameti, tüm dünya çocukları için olduğu kadar, depremde kaybolan çocuklarımız yönünden de uykuları kaçırmaktadır.

 

 

 

 

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00