Ev 7. Sayı Devlette Liyakati Terk Etmenin Sonu Hüsrandır

Devlette Liyakati Terk Etmenin Sonu Hüsrandır

Tarafından Hüseyin TOPTAŞ

Yönetimde Liyakat mı Siyaset mi?

Liyakat kelimesi sözlükte “ehliyet, iktidar, lâyık olma, bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu gibi manalara gelmektedir. Siyaset ise Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayıştır. Nizâmülmülk’ün tanımıyla ”Siyaset bir tehlike meydana gelmeden tedbir alma sanatıdır”

Siyaset yönetim anlayışında görevlendirmelerini liyakat esasına göre yaparsa gelişme, huzur ve büyüme olur. Liyakat yerine menfaatlere göre yapılan görevlendirmelerde ise büyüme yerine çöküş başlar. Devlette liyakatin terk edilmesinin sonu hüsranla neticelenir. Osmanlının yükseliş ve çöküş dönemleri için kendi tarihimize bakmamız yeterlidir.  Dilimizden düşürmediğimiz beka meselesi için görevlendirmelerde, atamalarda liyakat mı siyaset mi dikkate alınmalıdır?

Siyasi ikbal uğruna siyasi kadrolara iş temin ederken liyakat ilkesi ne kadar dikkate alınmaktadır?

Rabbimizin ve Peygamber Efendimizin bu konuda açık olan emir ve tavsiyelerine ne kadar riayet edilmektedir?

Allah (cc):

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir” (Nisa 4/ 58)

 

“Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler…” (Mü’minûn 23/ 8) buyururken Peygamber Efendimiz (sav) de; “İş, ehli olmayana tevdi edildiği zaman, kıyameti bekle.” “Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?” denince, (Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin.) (Buhari) buyurarak uyarısını yapmıştır.

Emaneti ehline vermek liyakat sahibi kişilerin işin başına getirilmesi demektir. Liyakat, İslam kamu hukukunun öngördüğü çerçevede de mutlak bir zorunluluktur.  Gerek Türklerin devlet geleneğinde gerekse İslam’ın asrı saadet döneminde görevlendirmelerde liyakat esas alınmıştır. Allah Resulünün (sav) gerek Mekke ve gerekse Medine dönemindeki uygulamalarında bunu açık olarak görebiliriz. İslam’a davet için gönderdiği elçiler, seriyye ve gazvelerde tayin edilen kumandanlar, İslam’ı öğretmek için gönderilen muallimlerin hepsi liyakat esasına göre seçilmişlerdir.

Kâbe’nin Anahtarı Osman B. Talha’ya Verildi

 

Mekke’nin fethi günü, Hz. Peygamber, ordusunun başında muzaffer bir lider olarak Kâbe’ye gelmiş ve kapının açılmasını istemiştir. Cahiliye döneminde de kutsal bilinen ve hizmetinde olmak için insanların yarıştığı Kâbe’nin anahtarı Osman b. Talha adlı birindedir. Bu, yıllardan beri babadan oğula geçerek devam eden bir görevdir. Henüz atalarının dini üzere olan Osman b. Talha anahtarı getirerek kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim eder. O anda bu şerefli görevin kendilerine geçmesini isteyen birçok Müslüman vardır ve bunlar arasında Hz. Peygamber’in en yakınları da bulunmaktadır. 

Fakat Hz. Peygamber Kâbe’yi açtırıp içindeki putları temizletip şükür için iki rekât namaz kıldıktan sonra henüz Allah’a teslimiyetini dahi açıklamamış olan eski sahibine anahtarı uzatır. Bu, orada bulunan birçoklarının arzusunu kursağında bırakmış olsa da başta Osman b. Talha olmak üzere birçok Kureyşli’nin, Hz. Peygamber’in, görev dağılımında “yakın” olmayı değil “ehliyet” ve “liyakati” esas aldığını görmelerini sağlar.

Allah Resulü, cahiliye dönemi hukukunun temelini teşkil eden ve toplumda yaygın olarak uygulamaları görülen hür-köle ayrımının yerine de tamamen insanların eşitliği prensibine dayalı olan ehliyet ve liyakate sahip olma şartını getirmiştir. Nitekim azatlı bir köle olan Zeyd b. Harise’nin oğlu olmasına rağmen Üsâme b. Zeyd’i ordu komutanlığına atamış, toplumun ileri gelenlerinin yerine bir kölenin oğlunun komutanlığa atanmasını yadırgayan insanların bu konudaki eleştirileri üzerine şu sözleri söyleyerek toplumsal eşitliğin önündeki her türlü engeli kaldırmak istemiştir: “Siz onun komutanlığını eleştiriyorsunuz, daha önce babasının komutanlığına da dil uzatmıştınız. Allah’a yemin olsun ki Zeyd komutanlığa gerçekten lâyık idi ve bana insanların en sevimlilerindendi. Kendisinden sonra bu oğlu da bana insanların en sevimlilerindendir.”

Ebu Zer’rin (ra) görev istemesi

Hz. Muhammed (sav), Ebu Zer’rin (ra) kendisinden memurluk talep etmesi üzerine ona şunları söylemiştir: “Ey Ebu Zer! Ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma. Memurluk bir emanettir, hakkını vermediğin takdirde kıyamet günü perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o günün perişanlığından kurtulur.” (Müslim, imaret, 17)

Peygamber efendimiz, görevi talip olana değil, aksine görevi hakkıyla yerine getirme konusunda layık olduğundan emin olduğu kişilere tevdi etmiştir. “Mala ve mevkie düşkün bir adamın dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür” buyurarak da mala ve mevkie düşkünlüğü şiddetle kınamıştır.  

Görevlendirmelerde ehliyet ve liyakat sahibi olmanın önemini Peygamber Efendimizin uygulamalarında gördüğümüz halde günümüz müslümanları neden bu hususlara riayet etmemektedir.

Peygamberimize bağlılığımızı ve sevgimizi göstermek için onun sünnetini yaşıyoruz diyerek sünnete şekilci bir yaklaşımla yaklaşanlar sünnet kavramının içerisini boşaltmaktadırlar.  

 İslam ülkeleri Rabbimizin emri olan emaneti ehline verme ilkesini ihmal ettiklerinden, peygamberimizin uygulamalarını dikkate almadıklarından bugün paramparça olmuşlardır. İslam ülkelerinde emanet ehliyet ve liyakat sahiplerine verilmediğinden Peygamberimizin uyardığı kıyameti yaşıyoruz. Bugün Gazze için Filistin için gözyaşı döküyorsak, Irak’ta Suriye’de, Libya’da kısaca İslam coğrafyasının birçok noktasında müslümanların kanı oluk oluk akıyorsa, insanlar kurtuluş için batı ülkelerine iltica yolculuğuna çıkıyorsa müslümanlar nerede hata yaptık diye kendilerini sorgulamalıdır.

Hz. Ömer’in (ra) Memur Tayini

 

“Hz. Ömer memurların tayini ve ataması konusunda oldukça hassas davranmış ve üzerinde titizlikle durmuştur. Bir memurun atanmadan önceki tüm mal varlığını tespit ve tahlil etmiş ve memuriyeti sona erdikten sonraki mal varlığı ile karşılaştırmıştır. Bu şekilde devletin ödediği yasal maaş dışında herhangi bir menfaat elde edip etmediğinin kontrolünü yapmıştır.

Hz. Ömer memurları tayin ederken şu konuşmayı yapmıştır: “Sizi, saltanat sürmek, tahakküm ve tasallut etmek için tayin etmedim. Siz hidayet rehberi olacaksınız. Herkes size uyacaktır. Müslümanların haklarını koruyorsunuz. Onları kötülemeyiniz ki, zillete uğramasınlar. Onları haksız yere methetmeyiniz ki şımarmasınlar. Kapılarınızı yüzlerine kapamayınız ki kuvvetliler zayıfları ezmesin. Kendinizi Müslümanlardan üstün görmeyiniz ki haksızlığa uğramasınlar.”

Hz. Ali, Mısır’a vali tayin ettiği Malik bin el-Haris el-Eşter’e yazdığı emirnamede adalet mefhumundan bahsederken şöyle der: “Nefsin hakkında, sana yakınlığı olanlar hakkında, tebaan arasında kendilerine meyil beslediğin hakkında, Allah’a ve Allah’ın kullarına karşı adaletten kat’iyyen ayrılma. Şayet böyle yapmazsan zulmetmiş olursun. Hâlbuki Allah’ın kullarına zulmedenin, Allah’ın kulları adına davacısı Allah’tır.” (Dr. Nurullah GÜNGÖR, İslam’ın ilk yıllarında liyakat meselesi)

 

Devlet Yönetiminde Sistemimizi Yeniden Tesis Edelim

 

İktidarlara ve bakanlara göre değişen değil, Türk milletinin asli ihtiyaçlarına, tarihi ve kültürel sorumluluklarına göre belirlenmiş devlet politikamız olmalıdır. Devlet yönetiminde ehliyet ve liyakatı ön planda tutarak sistemimizi yeniden kurmalıyız. Yolsuzluk ve suiistimallerin üzerine taviz vermeden gitmeli, çürüyen, kokuşan ve bünyemizi kemiren pislikleri siyasi hayatımızdan temizleyerek ileri, mutlu ve güçlü bir Türkiye yolunda emin adımlarla ilerlemeliyiz.

Tarihi belgeler göstermektedir ki Osmanlı’nın yıkılmasının en büyük sebeplerinden birisi liyakat sisteminin bozulmasıdır. Liyakat sistemi bozulunca adama göre iş, rüşvet ve iltimaslar ile devlet yönetilmeye çalışılmıştır. Günümüzde de maalesef siyasilerin siyasi geleceklerini devam ettirebilmek için liyakatten çok siyasi gerekçelerle yaptıkları icraatlar geleceğimiz açısından ciddi sorunların habercisidir.

Tarihin milletler mezarlığında yer almak istemiyorsak, devlet yönetiminde ehliyet ve liyakate dikkat ederek yönetim sistemimizi yeniden tesis etmeliyiz.

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00