Ev 6. Sayı DİRENİŞ ÇEMBERİ İsrail’in Savaşı Yaymaya İhtiyacı Var

DİRENİŞ ÇEMBERİ İsrail’in Savaşı Yaymaya İhtiyacı Var

Tarafından Ali Kamil YILDIRIM

Doğru olan İsrail’e karşı cılız girişimler yerine tüm İslam Ülkelerinin ticareti kesmek dâhil somut yaptırımlarla hareket etmesi, İsrail’in bölgesinde ve dünya kamuoyunda yalnızlaştırılması, İsrail’e destek sağlayan güçlere yardım edilmemesi, Gazze’deki insani yardıma sahiplenilmesi, Gazze’nin sürgünle boşaltılmasına ve benzer senaryonun Batı Şeria ve Kudüs’te sahnelenmesine fırsat verilmemesidir.

Şii Direniş Çemberinin hareket tarzları savaşı yaymak isteyenlerin amacına hizmet etmekten öteye gidemez. Tıpkı son 7 Ekim Hamas eyleminin İsrail’in Gazze’yi tahrip etmesine yol açtığı gibi.

İlginç olan İsrail’in medeni dünyanın gözü önünde, Nazi benzeri yapmakta olduğu sivil katliama karşı fiili direnişin sadece Şii dünyasından gelmekte oluşudur. Sünni dünya kınama, insani yardım, sonuçsuz uluslararası konferanslar, Tel’in mitingleri ile yetinir görünmektedir.

İsrail’in Gazze katliamı 100 günü geçerken, savaşın Gazze ile sınırlı kalmayarak geniş bir alana yayılma tehlikesi yaklaşmaktadır.  Son günlerdeki gelişmeler savaşın yayılma riskini artırmaktadır.  İsrail Gazze dışındaki operasyonlarıyla Lübnan’da 150’den fazla Hizbullah mensubu ile Hamas lideri Salih Aruri’yi, Suriye’de İranlı General Musevi’yi öldürmüştür. Husilerin Yemen’den başlattığı savaşa müdahale girişimleri Kızıldeniz (aynen 1984’te olduğu gibi) tehlikeli bölge olmaya başlamıştır. Savaşın başından bu yana ABD’nin Suriye ve Irak’taki konumlarına yaklaşık 103 saldırı yapılması ve bunlara ABD cevapları devam etmektedir. Tüm bunlar savaşın yayılma risklerini artırmış bulunmaktadır. Son olarak İran’da gerçekleştirilen terör eylemi ile 90 civarında kişinin öldürülmesi, yayılmakta olan savaş riski üzerine benzin dökmüştür. Son eylemin DEAŞ tarafından üstlenilmesi, bu örgütün kimin taşeronu olduğunu daha belirgin hale getirmiş olmaktadır.

İsrail’in Gazze katliamları karşısında çeşitli savaş dışı eylemlerle direnmekte olan devlet dışı oluşumların tümü İran güdümlü olup, Irak ve Suriye’deki Şii Gruplar, Lübnan Hizbullahı ve Husilerdir. Bu grupların içinde en çok ses getiren ve uluslararası deniz ticaretini etkileyen grup Yemen’deki Husilerdir. Bu nedenle bu yazıda daha ziyade Yemen ve Husi gerçeği ile İsrail’e karşı oluşan Şii “Direniş Çemberine” göz atmayı hedeflemekteyiz.

İsrail’in Hedefi

İsrail’in bu savaştaki hedefinin mümkün olduğu ölçüde Gazze’deki Filistinlileri sürgüne göndererek bu bölgeyi fiili toprağı haline getirmek, zaman içinde batı Şeria bölgesindeki Yahudi yerleşimlerini büyütüp tahkim ederek İsrail’in sınırlarını Siyon Liderlerinin 1918 Paris Barış Konferansına sundukları harita (Bkz. Uyanış, Sayı 2) ile örtüştürmek olduğu tahmin edilmektedir. Zaten savaşın başında coğrafyanın değişeceğine ilişkin İsrailli liderlerin söylemleri bu gerçeğe işaret etmekteydi. Bu hedefe ulaşmak için İsrail’in (arkasında ABD ve AB desteğini tutarak) savaşı yaymaya ihtiyacı bulunmaktadır.  Eğer bu gerçekleşirse, İtalya Başbakanı’nın söylediği gibi “Hayal edilemeyecek sonuçlar” doğuracaktır.

7 Ekim Hamas eylemi, İsrail’in Gazze’ye hunharca yüklenmesine bahane teşkil etmiştir. Bu savaşın amacının Büyük İsrail’in inşası olduğu gerçeği yanında, sebep değilse bile iki ayrı muhtemel sonuçları daha görünmektedir. Birincisi Gazze açıklarındaki Akdeniz’de varlığı tespit edilmiş doğal gaz kaynaklarıdır. Bu kaynakların hâlihazırda İsrail tarafından çıkarılmakta olan doğal gaz rezervinden daha zengin olduğu iddia edilmektedir. İsrail yönetimi herhalde bunu hesaba katmaktadır. İkinci muhtemel sonuç ise gelişmelerin İsrail’in Süveyş Kanalı’na alternatif kanal açma hedefine hizmet etmesidir. “Ben Gorion” kanalı olarak isimlendirilen bu Kanalın, Akabe Körfezinden başlayarak Gazze üzerinden Akdeniz çıkışı sağlanması öngörülmektedir. Nitekim son G-20 zirvesinde Türkiye dışlanarak kabul edilen Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) da İsrail üzerinden (muhtemelen Gazze üzerinden) Akdeniz’e açılmaktadır. G-20 Zirvesinin sahip çıktığı IMEC İsrail’in Gazze politikasını etkilemiş gözükmektedir. Herhalde başat dünyanın İsrail cinayetlerine sessiz kalışının bir sebebi de bu olsa gerek.

Yemen

Yemen ve Husi gerçeği İsrail’e karşı en çok ses getiren bir ekseni teşkil etmektedir. Yemen bilindiği gibi antik çağın Sabaların yaşadığı yerdir. Hani şu meşhur Saba Melikesi Belkıs’ın ülkesi. Bunların yaman savaşçılar olduğunu M.Ö 1250-330 arasında değişik tarihlerde Firavun II. Ramses’i, Persli Kiros’u, Büyük İskender’i ve M.S. 54’de Romalıları yenmiş olmalarından anlamaktayız. Bu dönemler içinde Sabalar sadece M.Ö. 950’ de Hz. Süleyman’ın egemenliğini kabul etmişlerdir. Bu ülke ile ilgili Kur’an’da iki Süre bulunmaktadır: Sebe Süresi 22-44 ve Neml Süresi 15-22. İlki ibretlikle, ikincisi Hz. Süleyman mucizeleri ile ilgilidir.

Osmanlı’nın Yemenle ilgilenmesi 1538’e dayanır. O tarihlerde deniz ticaret yolunu Osmanlı Akdeniz’inin dışında geliştirmekte olan Portekiz’in, Kızıldeniz ve Hint Okyanusunda etkin olmaya başlaması Osmanlı’yı harekete geçirmiş ve Yemeni hâkimiyeti altına almıştır. 19. Yüzyıl ilk yarısında İngiltere’nin bugünkü Aden’i ele geçirmesi üzerine Gazi Ahmet Muhtar Paşa bölgede tekrar hâkimiyet sağlamış, 19. Yüzyıl sonuna doğru ve 20. Yüzyıl başında İngilizlerin de etkisiyle çıkan ve sayıları beşi bulan Zeydi isyanları önemli kayıplara neden olmuştur. Nitekim 1905’teki isyan bastırılmış olmasına rağmen 30 bin Türk askeri şehit olmuştur. Osmanlı’nın Yemen hâkimiyeti Mondros mütarekesiyle sonlanmış, Lozan anlaşması ile hukuken de son bulmuştur. 1800’de Osmanlı ve İngiltere arasında Kuzey ve Güney Yemen olarak ikiye ayrılan Yemen 1990 yılında birleşmiştir.  Osmanlının 400 yıla yakın Yemen mücadelesindeki asker kaybı toplamının 300 bini geçtiği ifade edilmektedir. Bu şehitler anısına 2011 yılında Sana’da dikilen anıt 2022’de Husilerin saldırısı ile yıkılmıştır. Denilebilir ki bugünkü Husilerin ataları ile Osmanlı arasında yüzyıllara dayalı çatışmalar eksik olmamıştır.

Husiler

Husiler Yemen nüfusunun yüzde 30’unu teşkil etmekte olup, bu ülkedeki Zeydi Grubudur. Bu grup Şii Çemberinin bilinen en savaşçı grubundandır. 1990 yılında birleşen Yemen’de (Zeydiler)  Husiler 2004 yılında silahlı ayaklanmaya başlamış ve 2015 yılında Başkent Sana’yı ele geçirmiş ve günümüzde Yemen’in Kızıldeniz’e giriş kapısı Bab El Mandep boğazı hariç Yemen’in tüm Kızıldeniz sahilini kontrolü altına almıştır. Husilerin yaklaşık 30 bin kişilik silahlı bir gruba sahip olduğu tahmin edilmektedir. Husiler büyük ihtimalle İran desteği sayesinde Saldırı Dronu, Balistik Füze, gemilere karşı Güdümlü Füzeler, yüksek patlayıcılı ve süratli küçük Deniz Botlarına sahiptir. İsrail’e karşı Balistik Füze kullanmış, daha sonra Kızıldeniz’de gemilere karşı Dron ve füze saldırıları yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Bu eylemler nedeniyle Çin dâhil birçok ülkenin deniz ticaret filoları Kızıldeniz yerine Afrika güneyinden dolaşmayı tercih etmiş, bu ise yolu 14 gün uzattığı gibi deniz ticareti maliyetleri artırmaya başlamıştır.

Refah Muhafızı!

Bu gelişmeler, kendilerini Kızıldeniz’in patronu olarak gören ABD, İngiltere gibi Batılı ülkeleri harekete geçirmiştir. Öncelikle ABD Savunma Bakanı Austin Kızıldeniz’de “Refah Muhafızı” adıyla bir koalisyon deniz gücünün oluşturulduğunu açıklamıştır. Böylece Husilerin Kızıldeniz’deki deniz trafiğine ve İsrail’e müdahalesini önlemeyi amaçlamışlardır. Bu teşebbüste iki adet “ikiyüzlülük” var. Birincisi Gazze’deki sivil katliama rağmen, İsrail’e yönelik müdahaleyi önleme görevine Refah Muhafızı adını vermeleridir. İkincisi ise aynı Bakanın bu görevin “Uluslararası Kurallara Dayalı Düzenin” gereği olduğunu açıklamasıdır. Bu “düzen” insan haklarını korumak için mi, İsrail’in korunması için mi vardır? Kurallara dayalı düzen konusu ayrı bir inceleme konusu olmayı hak ediyor. Kızıldeniz’de “Refah Muhafızı” görevine(!) devam ederken, geçmişte NATO Komutanlığı yapmış Emekli Oramiral Stavridis Husilerin depolarının vurulmasını tavsiye etmiştir. ABD ve İngiltere bu saldırılara başlamış bulunmaktadır. Savaşın yayılması başlamış bulunmaktadır. İlginç olan Suudi Arabistan’ın Husiler tarafından İsrail’e atılan balistik füzeler Suudi Arabistan Patriotları tarafından düşürülmüştür. Buna ilk tepki Almanya’dan gelmiş ve bu ülkeye satışına engel olduğu Eurofighter savaş uçağı satışını serbest bırakmıştır. Direniş Çemberine karşı “Refah Muhafızlarıçemberine Suudi Arabistan da katılmış bulunmaktadır. 

Direniş Çemberi ve İslam Dünyası

Savaşın başından beri Gazze’deki Hamas’ın ve onun eyleminin İran’dan bağımsız düşünülemeyeceği iddiası gündemde tutulmuştur. Hamas İran’ın 40 yılı aşkın bir sürede Ortadoğu’da oluşturduğu Şii Çemberinin, Sünni halkasıdır. İran’ın Şii Çemberi; Irak ve Suriye’deki İran güdümündeki Şii gruplar, Lübnan Hizbullahı ve Yemen Husilerinden oluşmaktadır. Hamas ise Müslüman Kardeşler kökeninden gelmekte olan Sünni bir grup olmasına karşı ortak düşman İsrail’e karşı İran ile ittifak içinde olduğu görülmektedir. Aslında bu durum İran’ın Şii ekseni oluşumunda bir ilki de oluşturmaktadır.

İlginç olan İsrail’in medeni dünyanın gözü önünde, Nazi benzeri yapmakta olduğu sivil katliama karşı fiili direnişin sadece Şii dünyasından gelmekte oluşudur. Sünni dünya kınama, insani yardım, sonuçsuz uluslararası konferanslar, Tel’in mitingleri ile yetinir görünmektedir. Hatta bazı ülkeler Hamas’a taraf çıkıp İsrail’i savaş suçlusu olarak suçlarken, bu ülke ile ticaretini artırmaktan geri kalmamaktadır.  Türkiye ve Mısır gibi bazı ülkeler insani yardım çerçevesinde gayret göstermekte, bazı ülkeler Hamas-İsrail arabuluculuğunda bulunmayı, bazı ülkeler de Hamas bağlantılarına açık/gizli ev sahibi yapmayı tercih etmektedirler. Ancak Sünni dünyadan hiçbir ülke Şii direniş çemberi içinde yer almamaktadır. Doğru olan hareket tarzı hangisidir? Şii çemberi ile ittifak yapmak mı, yoksa İsrail’e başka türlü yaptırımlarla baskı yapmak mı?

İslam Dünyası Ne Yapmalı?

İran’ın taşeron örgütlerle yapmakta olduğu eylemlere ortak olmak şart değildir, doğru da değildir. Öncelikle dürüst olmak gerekmektedir. Doğru olan İsrail’e karşı cılız girişimler yerine tüm İslam Ülkelerinin ticareti kesmek dâhil somut yaptırımlarla hareket etmesi, İsrail’in bölgesinde ve dünya kamuoyunda yalnızlaştırılması, İsrail’e destek sağlayan güçlere yardım edilmemesi, Gazze’deki insani yardıma sahiplenilmesi, Gazze’nin sürgünle boşaltılmasına ve benzer senaryonun Batı Şeria ve Kudüs’te sahnelenmesine fırsat verilmemesidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler nezdinde İsrail’in soykırımını kanıtlayan kararlar çıkartılması ve İsrail Liderliğinin savaş suçlusu olarak yargılanması için aktif davranılması da gelecekte Batı Şeria ve Kudüs’te benzeri İsrail girişimlerinin önünü kesmeye yardımcı olacaktır. Bu son konudaki girişimi maalesef hiçbir İslam ülkesi değil, Güney Afrika başlatmıştır. Özetle İslam ülkeleri, Şii Direniş Çemberinin yapmakta olduğu fiili ve askeri teşebbüsler yerine ürkeklik, uyuşukluk ve hatta teslimiyetçi zihniyetten kurtularak, dünya kamuoyunu ayağa kaldıracak işler yapabilir. Böylesi bir hareket tarzı ayrıca savaşın yayılmasını önlediği gibi, Kudüs’ün başkent olduğu Filistin devletinin meşruiyetin tahkim eder. Şii Direniş Çemberinin hareket tarzları savaşı yaymak isteyenlerin amacına hizmet etmekten öteye gidemez. Tıpkı son 7 Ekim Hamas eyleminin İsrail’in Gazze’yi tahrip etmesine yol açtığı gibi.

Savaşın Yayılması Türkiye’yi Nasıl Etkiler?

Şüphesiz çok ağır bedelleri olur. İran’ı, Lübnan’ı ve Yemen’i hedefleyebilecek olan savaşın Suriye ve Irak’a yayılmasının engellenmesi imkânsızlaşır. İslam dünyasının Şii ve Sünni ayırımı daha da derinleşir ve hatta çatışması önlenemez hale gelir. Komşu dünyadaki bu kriz Türkiye’yi en azından ekonomik, güvenlik ve terör bakımından zora sokacaktır. Türkiye’nin bugünden itibaren savaşı önleyecek adımları atması, özellikle İran’ın savaşa dâhil olmasını önleyici tedbirler alması, Filistin halkının egemenliğini savunurken içinde bulunduğu ittifakın terör örgütü olarak tanıdığı örgütlerden yana tavır sergilemekten uzak durması ve nihayetinde olası bir savaştan uzak kalıcı diplomasi geliştirmesi en doğru hareket tarzı olacaktır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin savaşı fırsat bilerek Limasol ve Larnaka Limanlarını ABD, Fransa, İngiltere, Almanya ve Hollanda askeri ve sivil gemilerine açmıştır. İlave olarak Fransa’ya Mari’de kalıcı Deniz Üssü açması, Gazze’ye uluslararası yardımların Türkiye ve Mısır üzerinden değil de İsrail denetiminde Limasol ve Larnaka Limanlarından doğrudan sağlanması gibi girişimleri de dikkat çekicidir. Güney Kıbrıs’ta batılı güçlerin kalıcı olması, Türkiye’nin Kıbrıs politikası ve Doğu Akdeniz Politikasını doğrudan etkileyecek bir gelişmekte olduğu sarfı nazar edilmemelidir. Savaş yayılmasa bile Güney Kıbrıs’taki bu potansiyel gelişmeler alarm zillerini çalmaya başlamıştır.                                                                                                         

                                                                                                                  

 

 

 

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00