Ev 7. Sayı Halifelik Siyasi Bir Yapıdır

Halifelik Siyasi Bir Yapıdır

Tarafından Abdurrahman ZEYNAL

Almanlar Halifeliğin gücünü arkalarına alarak Bağdat ve Hicaz Demiryolunda söz sahibi olmayı ön plana çıkarırken, İngilizler Almanların etkisini kırmak amacıyla 1885-1906 yılları arasında Kuveyt, Necid, Hicaz, Sudan, Yemende isyanları teşvik ederek Osmanlının gücünün zayıflamasını hedeflemişlerdi. Yemen Türküsünün acı nağmeleri hala bunu hatırlatmaktadır…

1914 Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngilizler Şerif Hüseyin’le Mekke Merkezli Halifelik kurma isteklerini hayata geçirmeye çalışırken Fransa Fas Sultanını, İtalyalar Libya’da Şeyh Ahmet Sunusiyi, Ruslar Afganistan kralı Amanuallah Hanı Halife ilan etmeye çalışmışlardır.

 

Günümüzde bunun yeniden gündeme getirilmesi Ortadoğu’da yeni fitnelerin, çatışmaların çıkması anlamına gelir.

 Tarih boyunca adına ister hilafet ister saltanat deyin İslam dünyasında hiçbir zaman birlik ve beraberlik sağlanamadığı gibi, İkinci Viyana Kuşatmasından sonra meydana gelen gerilemeyi, toprak kayıplarını durduramamıştır.

 

 “Anlat bana bir parçacık, ecdâdımı anlat,

 Muhtacım 0 efsaneye, tarihe masal kat…. “

                                      Mithat Cemal Kuntay

 

Hz Peygamber 632 tarihinde vefat edince az bir sahabenin katılımıyla Hz. Ebubekir halife seçildi. Onun vefatıyla Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali yönetim makamına seçilmiş ve kendilerine “Halife” veya “Emirül Müminin” yani müminlerin emri ismi verilmiştir. Hz. Ebubekir hariç diğer üç halife vurularak şehit edilmiştir. Bu dört halife Hz. Peygamberin hadisinde belirttiği “hilafet benden sonra 30 senedir” sırrına münhasıran İslam devletini yönetmişlerdir.

 

Hulefâ-yi Râşidîn dönemindeki idare biçimini cumhuriyet şeklinde niteleyen bazı tarihçiler, Emevîler ile bu yönetim biçiminin bozularak saltanata dönüştüğünü ve mutlakiyetçi bir hâl aldığını iddia etmektedirler. 

 

Hz. Ali ile Muaviye arasında Sıffin Savaşı’yla başlayan uzun mücadele sonucunda yapılan mütareke ile hilafet “Şam” ve “Kufe” halifelikleri şeklinde ikiye ayrıldı. Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra kendisine biat edenler, yerine oğlu Hz. Hasan’ı seçtiler. Hz. Hasan halife seçildikten altı ay sonra halifelikten Muaviye lehine feragatte bulunmuş, Hz. Hasan’ın bu feragatı sonucunda İslam halifeliği Şam halifesi Muaviye’nin şahsında birleşmiş ve “Emevî Hilafeti” veya “Emevî Saltanatı” adı altında İslam birliği tekrar tesis edilmiştir.

 

Muaviye’den itibaren Hilafet(saltanat) babadan oğula intikal eden bir miras olarak “Mülk’e dönüşerek İslam dünyasında tartışmalara, bölünmelere, savaşlara neden oldu.Artık Muaviye Halifedir. Sultandır.

 

Hilafetin saltanata dönüşmesi ile ilgili esas tartışma Muaviye’nin ölmeden önce oğlu Yezid’i veliaht göstermesi, valiler aracılığıyla halktan biat alması ile başladı. Muaviye’den önce “İslam’da Cumhuriyet Devri” diye nitelenen dönemde halifeler şûra ile ümmetin icmasıyla seçilirken Yezid’in veliaht gösterilmesiyle başlayan dönemde babadan oğula geçen saltanat usulü kuruldu. Böylece cumhuriyet saltanata, “monarşiye benzeyen” mutlakiyetçi rejime dönüşerek, meşveret sistemi ortadan kaldırıldı.

 

Derken Emevî ailesiyle Abbasi ailesi arasında başlayan huzursuzluklar ve neticede Abbasilerin galip gelmesiyle Emevî saltanatı sona ermiş, yerine “Abbasi Halifeliği” veya “Abbasi Saltanatı” iktidara geldi. Bu süreç sancılı ve çok kanlı mücadelelere sahne oldu.

Bağdat’ta Abbasi halifeliği devam ederken 910 yılında Mısırda “Şii Fatimi Halifeliği” kuruldu. Böylece Abbasi halifeliğinin yeni bir rakibi hayat buldu. Abbasi Halifesi Sünni Müslümanları temsil ederken Fatimi Halifeliği Şii Müslümanları temsil etti.

 

Bu süreçte Endülüs’te “Endülüs Emevî Devleti” yani “Emevî Halifeliği” varlığını sürdürmekteyken 9 ve 11. asırlarda dünyada üç halifelik makamı bulunuyordu ve bu durum halifeliğin siyasi bir kurum olarak Hz. Peygamberden sonraki Raşid halifeler çizgisinden çok çok uzaklaştığı gerçeğini ifade ediyordu.

 

1031 tarihinde “Endülüs’te Emevî Halifeliği” ortadan kaldırılırken 1071 yılında “Şii Fatimi Halifeliği” sona erdi. 1258 tarihinde Moğollar Bağdadı ele geçirdi. Moğollar yaktılar, yıktılar ve Abbasi halifeliğine son verdiler. Bu tarihten sonra halifelik Mısıra yani Memluklerin kontrolüne geçti. Büyük Selçuklularla başlayan Yavuz Sultan Selimin Mısırı almasıyla halifelik siyasal gücü olmayan, siyasal gücü destekleyen bir yapıya dönüştü.

 

Gerçekte Melik Şahtan Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim’in Mısır’daki son Abbâsi Halifesi el-Mütevekkil `alâ’l-lâh Muhammed’den halifeliğin hak ve yetkilerini devraldığı güne kadar (hakkında çağdaş hiçbir kaynakta bilgi olmadığı gibi geçen sürede) halifelik makamında olanların hiçbir siyasal gücü olmadı.

 

1517 yılında Yavuz Sultan Selim Ridaniye zaferleriyle Mısır’ı feth etti. Savaş sonucunda Mısır’dan Halifeliği alarak İstanbul’a getirdi. 17. yüzyılın başlarında Genç Osman Padişahtı… Müslümanların Halifesiydi…. Ancak Yeniçeriler ve işbirlikçileri Halifeye öyle kötü şeyler yaptılar ki…….! Sonunda halifeyi veya sultanı boğarak öldürdüler… Tarihi süreçte çocuk yaştakileri tahta oturtarak padişah ilan ettiler…

 

Gerçekte 1774 yılına kadar Osmanlı Padişahları Halifelik unvanını kullanmamış, “Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla” kaybettiğimiz “Kırım Müslümanlarının” Halifeliğini Osmanlı Padişahı üstlendi. II. Mahmut halifeydi. Osmanlı padişahıydı. Lakin halk halifeye “gâvur padişah” lakabını takmıştı. 4. Murat öldürüldü….

 

Halifelik makamını en iyi kullanan II. Abdülhamid olmuş, halifeliğin etkisini siyasal anlamda kullanmıştır. Ancak Halifelik gücü Mısırın İngilizler, Tunusun Fransızlar, Türkistan’daki Hive, Hokand ve Buhara Hanlıklarının kontrolü Ruslara geçmesine mani olamadığı gibi milyonlarca kilometre kare toprağın kaybedilmesini önleyememişlerdi.

 

İran “Şii Müslümanları” ise başından beri Halifeliği kabul etmemiş, kendi başlarına hareket etmiştir.

 

Almanlar Halifeliğin gücünü arkalarına alarak Bağdat ve Hicaz Demiryolunda söz sahibi olmayı ön plana çıkarırken, İngilizler Almanların etkisini kırmak amacıyla 1885-1906 yılları arasında Kuveyt, Necid, Hicaz, Sudan, Yemende isyanları teşvik ederek Osmanlının gücünün zayıflamasını hedeflemişlerdi. Yemen Türküsünün acı nağmeleri hala bunu hatırlatmaktadır….!

1914 Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngilizler Şerif Hüseyin’le Mekke Merkezli Halifelik kurma isteklerini hayata geçirmeye çalışırken Fransa Fas Sultanını, İtalyalar Libya’da  Şeyh Ahmet Sunusiyi, Ruslar Afganistan kralı Amanuallah Hanı Halife ilan etmeye çalışmışlardır.

 

Bütün bu gelişmeler devam ederken TBMM 1 Kasım 1922 de aldığı kararla Halifeliği ve Sultanlığı birbirinden ayırmış, Sultan Vahdettin 17 Kasım 1922 de İngiliz gemisiyle İstanbul’u terk etti. İngilizler Vahdettin eliyle Hindistan ve Sudan’daki Müslümanlar üzerinde etki artırmayı denemiş, ancak Hint Müslümanları İngilizlerin bu oyununa katılmamış, böylece İngiliz projesi hayata geçirilememiştir. Bunun üzerine İngilizler Kral Hüseyin’i Halife ilan etmeyi planlamış, çalışmalarını bu yöne kaydırmışlardır. Gerekçe olarak “Akaid” Kitaplarında yazılı olan “İmam Kureyşten olmalıdır”  ifadesini kullanmışlardır.

 

Cihan Harbinin ardından Sultan Vahdeddin’in padişahlığının sona ermesi ve sadece “Halife” olarak kalması üzerine Vahdeddin, “Devletsiz bir hilâfetin mümkün olamayacağını ve böyle bir makamı kabul edemeyeceğini” söyleyerek 17 Kasım’da Türkiye’yi terk edince hilâfet makamı da boşalmış ve Meclis ertesi gün Sultan Abdülâziz’in oğlu Abdülmecid Efendi’yi bu makama getirmiştir.

 

Abdülmecid Efendi hilâfet makamında on beş buçuk ay kalmış, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmış olan Meclis, 3 Kasım 1924’te kabul ettiği 431 sayılı kanunla bu defa hilâfeti de lâğvetmiştir. Konuyla ilgili kanunun ilk maddesinde “Halife, hal’ edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mânâ ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, Hilâfet makamı mülgadır“; yani bugünün Türkçesi ile “Hükümetin ve cumhuriyetin anlamında ve kavramlarında hilâfet zaten vardır, dolayısı ile halife görevinden azledilmiş, hilâfet de kaldırılmıştır” deniyordu.

 

Günümüzde bunun yeniden gündeme getirilmesi Ortadoğu’da yeni fitnelerin, çatışmaların çıkması anlamına gelir. Şii İran ve etki ettiği insanlar, Vahabi Suudi Arabistan ve etkilediği ülkeler, kavgalı olduğumuz Mısır ve etki ettiği ülkeler yeniden daha sert bir şekilde Türkiye’ye cephe alabilir, dolayısıyla birlik için yola çıktığını sanan insanlar Türkiye’nin uluslararası arenada daha çok yalnızlaşmasına sebebiyet verebilirler.

 

Tarih boyunca adına ister hilafet ister saltanat deyin İslam dünyasında hiçbir zaman birlik ve beraberlik sağlanamadığı gibi, İkinci Viyana Kuşatmasından sonra meydana gelen gerilemeyi, toprak kayıplarını durduramamıştır. İlimde, sanatta, teknolojide gelişme sağlayaymış, etkisiz hale gelmiştir. 23 Milyon kilometre kare toprağı kaybederken halife, hilafet ve saltanat vardı. O halde hilafeti savunanlar kaybedilen topraklarda halifenin sorumluluğunu, varlığını sorgulamak yerine suçu başkalarına atarak kurtulamazlar.

 

Sonuç olarak tarihin hiçbir döneminde tek ve güçlü bir halifelik olmamıştır. Birinci Cihan harbi örneğinde olduğu gibi bazı Arap unsurlar Osmanlı Halifeliğini tanımamıştır. Halifeliğin siyasal olarak en güçlü olduğu dönemde Osmanlı kendisinden maddi ve manevi destek isteyen Kafkas Müslümanlarına, Türkistan Müslümanlarına, Afrika Müslümanlarına, Hint Müslümanlarına asker ve silah yardımında bulunamadığı gibi kendini koruyamamış, 1.5 milyon kilometre kare toprağı kaybetmiştir. Mondros Mütarekesi işin sonu olmuştur. Merak edenler mütarekenin özellikle birinci, yedinci ve yirmi dördüncü maddelerine bakabilirler.

 

Hilâfet, tarih boyunca uygulamada üç temele dayanmıştır: “Devlet”, “kılıç” ve “bey’at”… Yani bir devletin başında bulunmak, güce sahip olmak “halife” unvanını Sünnî İslâm dünyasının kabul ve tasdik etmesi. Bu unsurlardan birinin mevcut olmaması hâlinde ilân edilen yeni bir hilâfet “kendin pişir, kendin ye” misali ortaoyunundan ibaret demektir!

 

Bundan dolayı lütfen tarihe hamaset, masal, efsane katarak yorumlama anlayışından vaz geçelim. Çünkü halifelik dini bir kurum olmaktan çok siyasi bir kurum olduğu gerçeğini kabul edin…. Artık gerçeklerle yüzleşelim…

 

Kaynakça:

Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, İstanbul, 1983.

Zekâi Konrapa, Peygamberimiz, İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere, İstanbul 1973.

Sinan Meydan, “İşte Halifelik Gerçeği” Sözcü, 3 Ağustos 2020.

Murat Bardakçı, “Hilafet, Meclistedir” Yalanı, 9.7. 2014 Haber Türk.

Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Ankara, 2005.

Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Hayat Yayınları, 1975.  İlgili Ciltler.

 

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00