Ev 5. Sayı Hedef Belli, Yol Belli, Gerisi…

Hedef Belli, Yol Belli, Gerisi…

Tarafından Dr. Kadir ÇETİN

Millet hayatını millî kültür ekseninde değerlendiren, dünyayı doğru okuyan ve anlayan insanları yetiştirdi. Bu davaya mensup hale gelenleri teşkilatlandırdı. Fikir, irade, karar ve kudrette bütünleşmiş yol arkadaşlarını buldu ve onları yola koydu. Horlanan kültür ve medeniyetimizin inşası konusunda faaliyetler sergiledi, özgüven kazandırdı millet kadrolarına

Geçen iki yılın ardından…

Bir döneme ismini altın harflerle yazdıran, yaptığı çalışmaları ile yaşarken üniversitelerin sosyal bilimler alanında araştırmalarına konu olan bir lider hakkında söz söylemek oldukça zor olsa gerek… O mütevazı, mütefekkir ve Bilge Lider, herkesin anlayacağı şekilde söyleyeceklerini açık/seçik söyledi ve birikimlerinin bir kısmını kapsayan eserlerini ortaya koydu. Önce hedefi belirledi. Hedef “Millî Devlet”ti. Millî kültürle donatılan, millî iradenin milletten gücünü alacağı, adil gücün ve kudretin adıydı Millî Devlet. Lider olarak belirlenen hedef doğrultusunda yapılacak bütün çaba ve hamlelerin, meşruiyet çizgisinde yolunu belirledi ve metodunu gösterdi; Hz. Peygamberin insanı kucaklayan ve insanı yücelten yolu ve metodu…

Anadolu tabiriyle birçok gencin o yaşlarda “oyunda oynaşta” olduğu gençlik yıllarında lider olarak yaşının çok üzerinde derin bir anlayışla yazdığı makalelerle, kitaplarla, verdiği konferanslarla, sohbetlerle ulaşabildiği kardeşlerini mücadele sancağının altında topladı. Yeni bir medeniyet inşasını dile getirerek bunun için temel bir akide, strateji, metot takip ederek milleti kucaklayan mücadelenin formülünü ortaya koydu. Bunu yaparken hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadı.

Bu ne gayret, bu nasıl bir inanmışlık ve adanmışlık…

Millet hayatını millî kültür ekseninde değerlendiren, dünyayı doğru okuyan ve anlayan insanları yetiştirdi. Bu davaya mensup hale gelenleri teşkilatlandırdı. Fikir, irade, karar ve kudrette bütünleşmiş yol arkadaşlarını buldu ve onları yola koydu. Horlanan kültür ve medeniyetimizin inşası konusunda faaliyetler sergiledi, özgüven kazandırdı millet kadrolarına. Dert bizimse dermanı da bizden olan çabaları yazarak, yaşayarak, bitimli hayatın elzemlerinin altını çizerek, vasiyet netliğinde davasının özünü söyleyerek dünyamıza veda edeli iki yıl oldu… Hatıraları ile geçen koskoca iki yıl…

Netameli coğrafyanın kederleri kadere dönüşmesin diye, millet davasının fikri arka planı ve stratejileriyle uğraştı. Bu coğrafyada savaş ve iç huzursuzluk kaderimiz olmasın diye ve kardeş kardeşi boğazlamasın diye adeta bir ömür boyu çırpındı. Ülke insanını hep bir “Kısır Döngü” içinde “Milletimizi birbiri ile kavga ettirip istikbalimizi karartan sinsi oyunların kurbanı yapmamalıyız ve yapmayacağız!” diyerek, anlayacakları uyardı, duymak istemeyenlere de hep bu gidişin felaket getireceğini yüksek sesle haykırdı…

Bizler (emsallerimiz), 80 öncesi olayların içinden çıkıp gelen bir nesiliz. Neler yaşadığımızı, işgal edilmiş mahalleleri, üniversiteleri ve şehirleri biliriz. Ülkemiz gençliği, üniversitelerde her şeyi kavga sebebi yaptı ve olarak bu ülkenin genç insanları, hain iradelerin irade sarmalına tabi kılınarak birbirini kırıp geçirdi.

Aynı yıllarda işçimiz, yargı mensuplarımız ve polisimiz de ikiye bölünmüştü. …

Geriye dönüp baktığımızda ne mi gördük? Binlerce gencimizin, ana-babaların kanlı gözyaşları arasında kara toprağa verildiğini gördük! Bir o kadar sayıda insanımızın hastanelere, on binlercesinin de hapishanelerde mahpus edildiğini gördük!

Konuşmak en zor olan şey iken, kavga etmek çok kolay kılınmıştı insanımıza… Tahrik vardı, bilgi kirli seyrediyordu ve avcılar akarın başındaydı. En küçüğünden en büyüğüne olaylar ajite ediliyor, olay yeri kana bulanıyor, enkaza dönüşüyordu. Sloganlar sokakları inletiyordu. İstenen şeylerin cevabı alınmadan, yangına yangın ekleniyordu.

Öğrenci ve işçi, bazen de işveren boykotu; hayatın akışını, canın güvenliğini tehlikeye sokmuştu. Ortam bulanıktı ve birileri akla değil, hep duygulara hitap ediyordu. Siyasal söylemler ve sokaktaki akisleri hep kin doluyken, sokaklar da yangın yerine ve kan gölüne dönmüştü adeta…

Niçin Volter’in asırlar öncesinden seslendiği gibi seslenemiyorduk birbirimize!

Ne mi diyordu Volter? “Senin fikrine hiç katılmıyorum, ama fikrini söylemen için canımı veririm.” diyordu. Biz bu olgunluğu, doygunluğu ve bir diğerimize tahammülü, sabrı neden gösteremez olmuştuk? Bu vahim sonuç; ciddi bir ihmalin, gerçekçi olmayan çözümlerin, kargaşaya sürüklenmiş politik yapının, ithal karabulutların karşısında yetersiz kalmanın sonuçlarıydı. Bir de kavga için sebep önemli değildi, önemli olan kavgaydı ve bu kavgalar ise Türkiye’nin üzerinde oyun oynayan karanlık güçler için bir getiriydi. İthal ideolojiler, milleti kamplara bölerek zayıflatmıştı. Silah baronları da nüfuz ve kâr peşindeydi. Fikirle tavlayıp silahla avlatıyorlar ve bu ülkenin gençlerini, Hasan’ını Hüseyin’e, Ali’sini Mehmet’ine kırdırıyorlardı.

Necip Fazıl ve şiiri, Yunus Emre ve şiiri, Nazım ve şiiri, bu ülkede kavga sebebi yapılıyordu… Oysa Necip Fazıl da, Yunus Emre de, Nazım da bu toprakların insanıydı, yani bizim insanımızdı!

Gerçeğin üstü örtülüydü, çok geç anladı insanımız oyunlara geldiğini…

Yollar ve Kayıp Yıllar…

O dava adamı Edibali, işte 1980 öncesine atfen yaptığı bir televizyon konuşmasında, yine televizyondan birilerinin siyasi rant devşirmek için; “Köprü yaptık, yol yaptık, fabrika yaptık.” diyerek halka nutuk atanlara;

“Köprülerinizi, yollarınızı, fabrikalarınızı alınız, bana, Türkiye’nin kayıp yıllarını, ömrünün baharında kara toprağa verdiğimiz 5.000 gencimizi geri veriniz…” diyerek o günün kavga ortamının suç ortaklarına ve gerekli tedbiri almayanlarına sesleniyordu.

Bakınız o netameli yılları ve ötelerini yaşayan birisinin ağzından dinleyelim, olayların canlı şahidi olarak ve içi yanarak nasıl anlatıyor görelim.

“Sene 68’di.

Yetmişti, seksendi. 

Ömrümüz bahardı.

Ve önümüzde yaşanacak koca bir ömür vardı.

Göz bebeğiydik milletin.

Üniversite, talihimizi döndürecek, milletimizin bahtı gülecekti.

Gel gör ki bizi karşılayan ne ilmin ışığı ne mürekkebin kokusuydu.

Koridorlar, kin kin çınlıyor, amfiler nefret kokuyordu.

Anadolu çocuklarına bir hâl olmuştu.

Biri;

“Kahrolsun Emperyalizm” derken, öteki;

“Komünistler Moskova’ya” diye haykırıyordu.

Sağ ve sol yumruklar göğü deliyordu.

Moskof masalları anlatanlar, kendilerini dinlemeyenleri Amerikancı olmakla suçluyordu.

Kitaplar boynunu bükmüş, derslikler bilgiye küsmüştü.

Aziz milletin mihnet ile büyüttüğü goncalar, hoyrat bir el tarafından doğranıyordu.

Eller kitap yerine silah tutuyor, adeta kardeş kardeşi yiyordu.

Zihinleri kuşatılan millet evlatları, henüz kendini tanımadan el âlemin yoluna can veriyordu.

Bize fiziği, kimyayı öğretmişlerdi ama kim olduğumuzu öğretmeyi akl’etmemişlerdi.

Göz göre göre iblisin emellerine feda ediliyorduk.

Körpe yüreklerimiz pompalarla şişirilip, cesedimiz yurt binalarından atılıyordu.

Vurulan milletimiz, yıkılan geleceğimizdi.

Bizler, şer rüzgârların önünde korumasız bırakılırken, sorumlular ne yapıyordu bilmiyorduk.

Böylece emperyalizm bir taşla iki kuş vuruyordu.

Oynanan oyunun kimse farkında değildi.

Hakkın ve aklın sesini kimse duymuyordu…

Yurdumun güllerini yel vuruyor, beş bin civan, gençliğinin baharında kara toprağa giriyordu.

Kimimiz Yusuf İmamoğlu, kimimiz Zeki Yılmaz, kimimiz Metin Yüksel’dik.

Adımız belki Deniz, belki Hüseyin, belki Ulaş’tı…

Ama hepimiz bu milletin çocuklarıydık.

Kim bizi samyeli önünde yaprak gibi bıraktıysa, yarın ellerimiz yakalarında olacak…”

Akıl tutulmasının yaşandığı bu anaforda akıl ve vicdan sahibi bir ses yükseliyordu, o ses milletin sağduyusuydu…

“Gençler! Silahlı mücadeleyi durdurun!

Kanı kanla yumazlar” diyen de o yıllarda henüz 30’lu yaşlarda olan Merhum Bilge Lider Aykut Edibali idi.

Dava adamı, Bilge Lider Edibali:

“Ülkemizdeki Kardeş Kavgasının Çözülmesi İçin Hürriyetçilik Gerekir.”

“Asırların meseleleri önümüzde sıralanırken sorunların çözümü için yollar üretecek kadroların yetiştirilmesinin bir başka engeli de ülkemizdeki ihtilaller, darbeler ve kavgalardır. Bu ayrışma ve kutuplaşmalar, gerçekten milletimizin enerjisini azaltmış, birliğini sıkıntıya sokmuştur. Toplum ve devlet yapısına yönelik müdahaleler kardeş kavgasına sebep olmuştur. Kardeş kavgalarının tesirlerinin derinleşmesinde ve sürelerinin uzamasında tabii ki çapsız ve insafsız politikaların etkisinin olduğu da görülmelidir…”

“Bu ülkenin, bu medeniyetin evlatları, bizler kardeşiz… Fikirlerimiz birbirinden ayrı, çok ayrı, hatta birbirilerine aykırı olabilir… Düşüncelerimiz elbette farklı olabilir, olmalıdır da. Herkes başkasından gelecek kendisininkinden farklı fikirleri saygı ile dinlemeli, anlamalıdır.”

“Gelişime inanan insanların, kendi fikirlerinden farklı fikirlerin özgürce söylenebilmesi için büyük fedakârlıklar yapmaya da hazır ve gönüllü olmaları gerekir. Muhalif fikirleri de dinlemeye hazır olmalıyız. Bu ülkenin insanlarının hürriyete, fikirlerinin dinlenilmesine ihtiyacı var. Bizim müzakere etmeye ihtiyacımız var. Konuşalım… Farklı divanlarda, parlamentoda, meydanlarda…”

“Söyletmen vurun” ne demektir, olur mu, olmaz böyle şey. Konuşsun, anlatsın. Tahrik etmiyorsa, kanlı bir eylemin içinde değilse, çirkin bir eyleme dönüşmemişse insanlar fikirlerini söylesin… Hak ve hürriyeti birbirimize verelim. Farklı fikirler ortaya koyulsun ki düşünelim. Çünkü fikirleri tekleştirdiğimiz zaman donuklaşırız, tekrarlamaya başlarız. Yani ayağımız patinaj yapmaya başlar. İlerleme kat edildiği sanılır, ama hiç mesafe alınamaz. Enerji kaybetmiş oluruz. Kör dövüşten milletimizi kurtarmamız lazım.” (Bayrak, Sayı 1324)

Ömrünü milletine adayan Bilge Lider, yukarıdaki düşüncelerinin yanında, insanımızı bugün içinde bulunduğu sıkıntılardan sahili selamete çıkaracak “Muhteşem Türkiye Projesini” de ortaya koyarak hedef belli, yol belli gerisi size kalmış…

“Ben görevimi yaptım sıra sizde…” diyordu adeta…

Şimdi neredeyiz?

Bugün bu sorunun cevabını vermekte de zorlanıyoruz. Hâlâ farklı versiyonlarla/türevlerle insanımız üzerindeki oyunlar devam ediyor… Akıllar hâlâ başlara devşirilmiş değil. Bakınız Eric HOFFER 1960’lı yıllarda yazdığı ve dilimize “Kesin İnançlılar, Kitle Hareketlerinin Anatomisi” çevrilen adlı eserinde;

“Atılanlar ve itilenler, çok kere bir ulusun geleceğinin hammaddesini oluşturmuşlardır. İnşaatçının beğenmeyerek kenara ittiği taş, yeni bir dünyaya temel olmaktadır. Ayak takımı olmayan ve isyankâr bireyleri bulunmayan bir ulus sakin, düzenli, hoş ve nezihtir, fakat doğacak yeniliklerin tohumundan yoksundur.” diyor ve toplumsal gidişattan hoşnut olmayan kesimleri şu şekilde gruplandırıyor:

1)     Yoksul sınıf, 

2)     Topluma uyamayanlar,

3)     Başıboşlar,

4)     Azınlıklar,

5)     Delikanlı çağındaki gençler,

6)     Muhterisler (aşılamayacak engeller veya hudutsuz fırsatlarla karşı karşıya olanların hepsi),

7)     Bir ayıbın veya sabit fikrin pençesine düşmüş olanlar,

8)     Aciz olanlar (bedenen veya aklen),

9)     Aşırı benciller,

10)   Amaç yoksunluğundan ötürü bunalım içinde olanlar,

11)   Suçlular

Bu sayılan toplum kesimleri bir anlamda toplumun yumuşak karnı diyebileceğimiz kesimleri. Yani ülkelerin üzerinde oyun oynamak isteyen emperyal güçler, yukarıda belirtilen toplum kesimleri üzerinden operasyon çekiyorlar hedef ülkelere… Burada belirtilenlerin hangisi işlerine gelir ve tutarsa oyun onun üzerine kuruluyor…

Şimdi de “Böl, Parçala, Yönet” ya da Azeri kardeşlerimizin deyimi ile “Ayır, Buyur” oyunu sahneye konmuş. Konmuş diyorum da aslında sahneden hiç kaldırmadılar ki oyunlarını…

“Yuh olsun hepsinin ham ervahına!” diyoruz.

Tarih yanlışları ve doğruları ile yazılırsa gerçek resim çekilirmiş… Sadece hamaset yüklü kelimelerle tarih yazılmazmış meğer…

Bütün ömrünü milletinin davasına adayan Aykut Abi’yi rahmetle anıyoruz…

Şimdi, O’nun bıraktığı yerden bayrağı alıp, gösterdiği hedefe dikmek için yollara düşmek, gayretimizi artırmak ve engelleri aşmak zamanıdır…

Yolu yolumuz, davası davamızdır. Bayrak burçlara dikilecektir inşallah… O bayrağı taşıyanlara ne mutlu…

Gayret bizden Tevfik Allah’tan diyoruz değerli dostlar…

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00