Ev 1. Sayı MEKTUP

MEKTUP

Tarafından Ömer KARATAŞ

Ömer KARATAŞ


Artvin’in Borçka ilçesine bağlı küçük bir dağ köyünde dünyaya geldim. Köyümüz Karadeniz’in o sarp dağlarının eteklerine kurulmuştu. Köylüler, dağların yamacındaki küçük tarlalara mısır ekerek geçimlerini sağlardı. Ne yapacak başka bir işimiz ne de başka bir ürün yetiştirmeye elverişli iklimimiz vardı. Fakirdik. Sattığımız mısırlardan elde ettiğimiz gelirle kıt kanaat geçiniyorduk.

Günler, aylar, yıllar birbirini kovaladı. Bir akşam muhtar eve gelerek askere çağrıldığımı, gerekli işlemleri yaptırmak için ilçeye gitmem gerektiğini, söyledi. Ertesi gün ilçedeki işlemleri tamamlayarak köye döndüm. On beş gün sonra yola çıkacaktım. Babamla ve diğer erkek kardeşlerimle beraber tarlamızdaki mahsulü kaldırdık. Babam, kardeşlerimin nafakasından keserek cebime bir miktar para koydu. “Oğlum Allah kerim, sen gurbete gidiyorsun. Biz köydeyiz, heyle olsa yiyecek bir lokma ekmeğimiz bulunur. Allah deldiği boğazı aç koymaz” diyerek beni uğurladı. Ben de evde kalan beş kardeşim ve anamla vedalaşarak İzmir’e doğru yola çıktım. Ancak zor gelmişti köyümden ayrılmak. Daha önce birkaç kez şehre gitmiştim. Ama bu sefer köyümden çok uzaklara, İzmir’e gidiyordum. Uzundu askerlik. Dört sene! Dile kolay. Acaba nasip olur muydu bu dört sene boyunca köyümü ziyaret etmek? Hani askerliğin de izini vardı. Ama hangi parayla bu kadar yolu gelip tekrar dönecektim.

Bir haftalık bir yolculuktan sonra İzmir’e varıp teslim oldum. Artık askerdim. Günler geçmek bilmiyordu. Nöbetler, eğitim, disiplin ve en zoru gurbet. Köyümden ailemden ancak birkaç ayda bir gelen mektuplar sayesinde haber alabiliyordum. Hepsi çok iyiydi. Bu kış yine köyüme çok yağmur yağmıştı.

Bir gün kapı nöbetinde iken askeriyenin karşı tarafından geçen bir kıza gözüm ilişti. O kadar güzel, o kadar masum yürüyordu ki. İçimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. Gençtim daha. Yalnızdım. Gurbet beni daha duygusal yapmıştı. Artık her nöbette o kızı arar oldu gözlerim. Bazen görüyordum. Nöbet yerinin önünden geçiyor sonra arka sokaklardan birine sapıyordu. İlk defa böyle duygular hissediyordum. Âşık olmuştum. Hem de kim olduğunu, kimin kızı olduğunu, hatta ismini dahi bilmediğim bir kıza. Belki de evli idi. Ama ben uzaktan uzağa bu kızı sevmeye başlamıştım.

Bir hafta sonu izninde yine o kızı gördüm ve takip etmeye başladım. Yine aynı sokaktan saparak bir evden içeri girdi. Ara sıra alıveriş yaptığım bir esnaftan evin kime ait olduğunu sordum. İzmir’in yerlisi Haydar isminde birine ait olduğunu söyledi. Artık her hafta sonu izninde o mahalleyi mesken edinmiştim. Zaten gidecek başka bir yerim de yoktu.

Bir gün yine sokakta dolaşırken “asker ağa, hele az beri gel” diye yaşlı bir kadının çağırdığını duydum. Ses o kızın evinden geliyordu. Gidip gitmemekte tereddüt ettim. Acaba anlamışlar mıydı? Korkmuştum. Sonra cesaretimi toplayarak “buyurun” diyebildim. “Gel gel çekinme! Haydar amcan çağırıyor. Gelsin bir yemeğimizi yesin, diyor” dedi yaşlı kadın. İçeride elli yaşlarında bir adam beni ayakta karşıladı. Evin bahçesi vardı. Hemen bir minderin üzerine oturdum. Kalbim güp güp atıyordu. Hemen buz gibi soğuk bir su verdiler. İçtim Haydar amca bana babacan tavırlarla sorular sordu. Memleketimi, babamın ne iş yaptığını, ne zamandır asker olduğumu falan. Bir ara Haydar amca “Elif” diyerek kızına seslendi. O anda kalbim duracak gibiydi. İşte günlerdir uzaktan gördüğüm kızın ismini sonunda öğrenmiştim. Haydar amca hemen sofrayı hazırlamalarını istedi. Ben “zahmet etmeyin” dedimse de kabul etmedi. “Bir ev yemeği ye!” dedi. Yemeği yedikten sonra müsaade isteyerek kalktım. Çıkarken Haydar Amca “Oğlum ne zaman istersen bekleriz. Hiç çekinme gel” dedi.

O gece sabaha kadar bu gün yaşamış olduklarım geldi gözümün önüne. Elif’in sesi kulaklarımda idi. Günler aylar böyle geçmeye başladı. Artık hemen hemen her hafta sonu o eve gidiyordum. Bir yandan Haydar Amca ile sohbet ederken bir yandan da gözümün ucu ile Elif’e bakıyordum.

Bir gün söz evlilikten açıldı. Haydar Amca “Er kişinin bekâr durması doğru olmaz. Yaşın gelmiş artık. Var mı sevdiğin memlekette? Diye sordu. Sadece “yok” diyebildim. Sana da eli ayağı düzgün, helal süt emmiş bir kız bulmak lazım öyleyse” dedi. Ben de “o da olur inşallah” dedim. Acaba anlamış mıydı Elif’e baktığımı. Çok utanmıştım. Haydar amca ise babacan bir tavırla bana bakıyor ve gülümsüyordu.

Sonraki buluşmalarımızda da konu dönüp dolaşıp evliliğe geliyordu. Bir gün Haydar amca “Oğlum, sordum soruşturdum. Temiz, delikanlı bir çocuksun. Gel seni ben evlendireyim.” Dedi. Şaşırmıştım. Sadece “kiminle” diyebildim. “Elif, benim tek çocuğum. Onun temiz, dürüst bir eşi olmasını isterim. Eğer sen de istersen ailene danış onlar da kabul ederlerse sizi evlendirelim” dedi. Sadece “bilmem ki… Siz bilirsiniz” diyebildim. Utancımdan başka bir şey diyemedim.

Haydar amcanın teklifini kabul etmiştim ancak ailem ne diyecekti bu işe. O gece bir mektup yazdım. Askerlikten, İzmir’den, Haydar amcadan uzun uzun bahsettim. Köyü, kardeşlerimi sordum. Ancak sadece bir şeyden, Elif’ten bahsedemedim. Korktum. Çekindim. Sevdiğim kızla evlenmeme engel olurlar, diye düşündüm.

İki ay kadar sonra Haydar amca ne yaptın, sizinkilere mektup yazdın mı, ne diyorlar? Diye sordu. Ben de “sordum, kararı bana bıraktılar” diye cevap verdim. Masum bir yalan söyledim kendimce. Bu yalanın ne büyük acılara sebep olabileceği aklıma dahi gelmemişti. Benim tek düşündüğüm Elif’ti.

Elifle beni nişanladılar ve iki ay içinde nikâhımı kıyıp, düğünümü yaptılar. Bu ara askerliğimin üç yılını tamamlamıştım. Artık izin günlerimi kayınbabam olan Haydar Amcanın evinde geçiriyordum. Ama bu sefer bu evde misafir değil ev sahibi olmuştum. Elif temiz huylu, tatlı dilli, abdestinde namazında bir kızdı. İkimizde çok mutluyduk.

Ama günler geçtikçe “bu durumu aileme nasıl anlatırım” sorusu içimi kemirmeye başlamıştı. Bir hafta sonu geldiğimde Elif’in hamile olduğunu öğrendim. Ne kadar mutlu olmuştuk. Ama günler kısalıyor anam, babam, kardeşlerim, bacılarım gözümün önünde burcu burcu tütüyorlardı. En sonunda teskeremi alarak Elif’in yanına geldim. Babam memleketten bir miktar para göndermişti. Elif’i de götürmek istiyordum. Görsün istiyordum nasıl bir insanla evlendiğini. Köyümü görsün, fakirliğimi bilsin istiyordum. Ama babası izin vermedi. “Karnında bebesi var, sen bir git gel, bebeye bir şey olmasın” dedi. Haklıydı da. Daha sonra ister Elif’i alır gidersin. Ya da burada bir iş bulur, evini kurarız demişti. O gece Elif sabaha kadar ağladı. Üzülüyordu benden ayrılacağına. Haklıydı da. İzmir nere Artvin nere idi. İki şehrin arasını gidip gelmek en az bir hafta sürerdi. Sabahleyin kayınbabama, kaynanama, Elif’ime ve doğacak olan bebeme veda ederek yola çıktım.

Bir hafta sürdü yolculuk. Trende, otobüste, at sırtında… En sonunda köyüme vardım. Anamı, babamı, gardaşlarımı o kadar özlemiştim ki. Bütün gece sohbet ettik. Onlar köyden bahsetti. Ben İzmir’den ve askerlikten… Yaşadıklarımdan. Ama bir şeyden, Elif’ten onlara bahsedemedim. Heyle olsa bahsederim dedim. Ama nasıl olacağını ben de bilmiyordum. Ha bu gün ha yarın derken tam bir ay geçti. Kış bastırmaya başladı. Babam yazın kaldırdığı mahsulün parası ile kışlık yiyeceğimiz çoktan almıştı. Gelirken bana da kışlık bir mont almayı da ihmal etmemişti. Anlayacağınız babam bütün parasını bitirmişti.

Bir akşam evde idare lambasının altında otururken anam “oğlum artık büyüdün. Askerlik de bitti. Mürüvvetini görmenin zamanı geldi. Sana, eğer sende istersen, amcanın kızını almak istiyoruz” dedi. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Utanmıştım hem de çok utanmıştım. Sanki dilime kilit vuruldu da “yok” diyemedim. Evli olduğumu, İzmir’e dönmek istediğimi söyleyemedim. Biz böyle görmüştük. Ana baba kimi uygun görmüşse almak boynumuzun borcu idi. Yok demek, kabul etmemek olmazdı. Ama Elif’im ne olacaktı. Nasıl söyleyecektim anama? Söyledim diyelim hangi para ile dönecektim İzmir’e. İki erkek kardeşim vardı. Biri daha küçüktü. Diğeri de baharda askere gidecekti. Babam da yaşlanıyordu artık. Karadeniz’in sarp yokuşları ona zor gelmeye başlamıştı. Bacılarım da bugün var yarın yoktu. Kısmeti gelen yuvadan uçacaktı. Bütün umutları bendim.

Günler çabuk geçti. Bahara doğru beni Amcamın kızı ile baş göz ettiler. İki göz olan evimizin bir gözünü bize verdiler. Diğerini ise onlar paylaştılar. Ama benim aklım Elif’te idi. Ne yapmıştı, çocuğum dünyaya gelmiş miydi? Hiç bilmiyordum. Cesaret edip bir mektup dahi yazamıyordum. Ne yazacaktım, yeniden evlendiğimi mi? Beni bekle desem olmazdı. Bekleme desem hiç olmazdı.

Günler, aylar, hatta yıllar çabuk geçti. Ama yüreğimde Elif her gün daha fazla büyüyen bir kor parçası oldu. Beni içten içe kemirdi. Ne kimseye anlatabiliyor ne de Elif’ten bir haber alabiliyordum. Ölü mü idi, yaşıyor muydu? Ayağıma diken batsa Elif’in ahından biliyordum.

Amcamın kızından tam sekiz kızım ardından da bir oğlum oldu. Anam ve babam geçen zaman içerisinde Hakkın rahmetine kavuştular. Ben de yaşlanmaya başladım. Yaşımın ilerlemesiyle birlikte baş ağrıları başladı bende. Öyle bir ağrıyordu ki. Her geçen gün çoğalıyor dayanılmaz bir hal alıyordu. Mahsulü satar satmaz. Kasabaya doktora gittim. Beni Ankara’ya sevk etti. Yanıma on altı yaşına basan oğlumu da alarak Ankara’nın yolunu tuttum. Bu köyümden ikinci ayrılışımdı. Bundan otuz yıl kadar önce İzmir’e giderken ayrılmıştım. Zaman neleri değiştirmemişti ki. Yollar güzelleşmiş, otobüsler çoğalmış, yolculuk yapmak çok kolay olmuştu.

Ankara’da doktor hastaneye yatırdı beni. Tahliller yapıldı. Filimler çekildi. Beynimde tümör varmış. Uzun bir süre hastanede kalmam gerekiyordu. Bir zaman sonra odaya başka bir hasta getirdiler. Kırk beş- elli yaşlarında bir adamdı. İzmirli idi. Neresinden olduğunu sordum. Elif’in oturduğu yere yakın bir yerde oturuyordu. Orada askerlik yaptığımı söyledim. Elif’le ilgili bir şey öğrenmek amacıyla Haydar Amca’yı sordum. Yıllar önce vefat ettiğini söyledi. Elif’i soracaktım ama vazgeçtim. Başka bir şey de sormadım. Nereli olduğumu sordu. Artvinliyim, dedim. Sustu ve başka bir şey söylemedi. Zaten uzun kalmadı. Taburcu olup gitti.

Birkaç hafta kadar bir zaman geçti. Bir akşamüstü kapıda yaşlıca bir kadın ve otuz yaşlarında bir adam belirdi. Oda da tektim. Kimsecikler yoktu. Kadın kapıdan “Hasan insan insana bunu yapar mı?” dedi. Sesinden tanımıştım. Elif’ti bu. Keşke götürüp toprağın altına koyduğum anamın ve babamın yerinde ben olsaydım da bu günü görmeseydim. Elif devam etti. “Ben otuz yıldır senin nikâhınla yaşıyorum. Aha bu da senin oğlun” dedi ve yere yığıldı. Bir kez daha yerin dibine girdim. Hala benim nikâhımı üzerinden atmamıştı. Bu ne vefa, bu ne bağlılık idi. Ayağa zor kalktım. Ama Elif’in yanına varamadan gözlerim karardı ve yere yığıldım. Kendime geldiğimde Elif de ayılmıştı. Oturdum. Başım önüme eğikti. Ne bir şey söyleyebildim ne de Elif’in yüzüne bakabildim. O da başka bir şey demedi. Bana oğlumu gösterdi. “İzmir’de oğluna “asker oğlu” derler” dedi. Doğru değil mi idi? Asker oğlu idi. Babası hiç görmediği bir askerdi. Fazla kalmadı. Ben de gitme kal, diyemedim. Sadece telefon numarasını alabilmiştim.

Hastanede işim on gün daha sürdü. Beynimdeki tümör ilerlemiş. Doktor ameliyat olmanın tehlikeli olduğunu söyledi. Bana bir tedavi vererek köyüme gönderdi. Baş ağrılarım bir türlü geçmek bilmiyor her geçen gün artıyordu. Eve gelir gelmez evin arka odasını temizleterek yerleştim. Akşamları orada tek başıma kalmaya başlamıştım. Odaya bir de telefon çektirdim. Hemen hemen her gece İzmir’i, Elif’i arıyordum. Pek konuşmuyordu. Ne zaman arasam ağlıyordu. Evlendiğimiz, dokuz çocuğumun olduğunu söyleyemiyordum. Ama o anlıyordu evli olduğumu. Bazen oğlumla konuşuyordum.

Kimse bilmiyordu yaşadıklarımı. Telefonla kiminle konuştuğumu… Amcamın kızına dahi söylemedim. Ne suçu vardı sanki onun. Bunca yıl bana eş olmuştu, kahrımı çekmişti. Çocuklarımı büyütmüştü. Onu bırakıp İzmir’e gitmek vefasızlık olurdu. Hem hangi yüzle gidecektim. Ne diyecektim Elif’e?

Bu akşam yine ağrılarım arttı. Arka odaya geçtim. İzmir’i aradım telefona oğlum çıktı. “Nasılsın oğlum” dedim. “Başın sağ olsun baba, bu sabah anamı hakkın rahmetine uğurladık” dedi. Başka bir şey söyleyemedi. Yüreğime saplanan ağrıların yanında baş ağrılarım küçük kalırdı. Yere yığıldım. Ne kadar baygın kaldığımı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde oturup arkamda kalanlar, neler yaşadığımı bilsinler diye bu mektubu yazdım. Şimdi tavana bir ip bağlayacak ve bu sefer Elif’imi yalnız bırakmayacağım!..

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00