Ev 6. Sayı Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Dağılmayı Önleme Çabaları

Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Dağılmayı Önleme Çabaları

Tarafından Veli ŞİRİN

Osmanlı” kavramı, Tanzimattan itibaren eşitlik, hürriyet, meşrutiyet kavramları ile birlikte, dağılmakta olan Osmanlı Devleti’nin toparlanması için siyasî, idarî, hukukî vb. anlamlar kazanan bir kavram haline dönüştü.

Osmanlı Devleti’nin dağılmasını önlemek için 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yoğun bir düşünce faaliyetinin olduğu görülmektedir. Osmanlı münevverleri, “nasıl yapar da devletin ve toplumun birliğini ve bekasını sağlarız” diye neredeyse bir asırdan fazla bir zaman düşünce ürettiler. Bu gayretlerinin birkaç düşünce akımı etrafında toplandığını görülmektedir. Bunları başlıca; 

“1.Osmanlılık/Osmanlıcılık, 

  2.Türkçülük/Turancılık, 

  3.İslam Birliği/İslamcılık,

  4.Batılılaşma/Batıcılık”

şeklinde ifade edebiliriz.

1- Osmanlıcılık

    (1839-1856) Tanzimat ve (1856-1876) Islahat Dönemlerinden sonra 1860’lı yıllardan itibaren, yeni nesiller, bu ıslahatları/çalışmaları yeterli bulmayarak; hükumetlerin çalışmalarını denetleyecek kurumlar ve kanunlar bulunması gerektiği düşünceleri ile “Yeni Osmanlılar-Genç Osmanlılar” yahut Avrupalıların taktıkları isim ile “Jön Türkler-Genç Türkler” cemiyetini kurdular. Namık Kemal, (Yeni Osmanlıların gayesini) ilk yazılarından birinde şöyle tarif etmektedir:

“Yeni Osmanlılar, devletin ve vatanın idare-i hazıra (mevcut idarenin) sebebiyle düçar olduğu mehalik ve muhataranın (kötü durumun) avakibini (sonucunu) görüp ilâç-ı muslih (kurtuluş çaresi) arayanlardır.”

Yeni Osmanlıların, hürriyet, meşrutiyet, meclis ve anayasa istekleri 1876’da yürürlüğe konulan 1. Meşrutiyet ile gerçekleşmiştir.

     Namık Kemal (1840-1888), Ali Suavi (1839-1878), Ziya Paşa (1825-1880), Çapanzâde Agah Efendi (1832-1885), Şinasi (1824-1871) gibi yeni nesillerin başlattıkları “Genç Türk/Yeni Osmanlı” akımı giderek büyük önem kazanmıştı. Onlar; iflas içinde olan, dış tehditler altında bunalan, iç isyanlarla baş etmekte zorlanan ve Avrupalıların “hasta adam” adını verdikleri Osmanlı Devleti’nin kurtarılmasının meşrutiyetle mümkün olacağını ileri sürüyorlardı.

     Mithat Paşa ve Süleyman Paşa gibi önemli devlet adamlarının da onlara katılması üzerine meşrutiyet akımı güçlendi. 1876 yılında, Yeni Osmanlıların öncülük ettiği bir ihtilal ile Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek V. Murat padişah yapıldı. Ancak kısa bir süre içinde, V. Murat’ın hükümdarlık yapamayacak kadar hasta olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Mithat Paşa, II. Abdülhamit ile görüşerek, meşrutiyeti ve Kanun-ı Esasi’yi kabul etmesi şartı ile O’nu tahta çıkardılar.

     Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın içinde bulunduğu bir heyet anayasa çalışmalarına başladı. 119 maddelik bu ilk anayasa 23 Aralık 1876 yılında kabul ve ilan edildi. Kanun-ı Esasi adı verilen bu anayasa iki meclis öngörmekteydi:

1-Meclis-i Mebusan 

2-Meclis-i Ayan.

Birincisi seçilerek gelecekler, ikincisini ise padişah tayin edecekti. Nitekim 20 Mart 1877 tarihinde seçimler (sadece erkeklerin oy kullandığı) neticelenmiş, böylece meşrutiyet ilan edilmiş, ilk Osmanlı Mebusan Meclisi (Parlamentosu) toplanmıştır. Ahmet Vefik Paşa’nın başkanlığında toplanan bu ilk meclis, Osmanlı Devleti’ni oluşturan çeşitli din, kavim ve milletlerden seçilen mebuslardan meydana gelmişti. Anayasaya göre elli bin kişiye bir mebus (milletvekili) seçilecek iken, sonuç şöyle gerçekleşti:

– Hıristiyanlardan 107.557 erkeğe bir mebus, toplam 44

– Yahudilerden 18.750 erkeğe bir mebus, toplam 4

– Müslümanlardan 133.367 erkeğe bir mebus, toplam 71

– Padişahın tayin ettiği (Âyan Meclisi) toplam 26

19 Mart 1877 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda 145 üye ile çalışmalarına başlayan Meclis’in başkanlığına Ahmet Vefik Paşa seçilmişti. Meclis seçilerek gelmiş 119 milletvekili ve padişahın tayin ettiği 26 Âyandan meydana geliyordu.

Birinci Meşrutiyet Meclisi’nin Tarihî Önemi:

Bu meclis, dünya tarihindeki en büyük “demokrasi tecrübesi” idi. Çünkü o tarihe kadar, çeşitli milletler “millî” meclisler toplamışlardı. Fakat ilk defadır ki, üç kıta üzerinde, Yanya’dan Basra’ya, Van’dan Trablusgarp’a kadar uzanan topraklar üzerinde yaşayan, çeşitli ırklara, dinlere, mezheplere mensup toplulukların temsilcileri eşit şartlarda bir araya geliyordu. Devrin ifadesi ile bunlar “Milel-i Müttehide-i Osmaniye“yi (Birleşik Osmanlı Milletlerini) temsil ediyorlardı. Milletvekilleri, fikirlerini kuvvetlendirmek için, mensup oldukları kültürün kaynaklarından misaller gösteriyorlardı. Müslümanlar Kur’an ve İslâm tarihinden, Rumlar eski filozoflardan, Yahudiler ve Maruniler Fransız ihtilâlinden getirdikleri deliller ile düşüncelerini savunuyorlardı. İmparatorluğu kurtarmak fikrinde birleşiyorlar, ancak nasıl olacağı hususunda ayrılıyorlardı.

Meclisin Tatil Edilmesi

Meclisin çalışmaya başladığı tarihlerde çıkan Osmanlı-Rus savaşının kötü gidişatı, meclis ile padişah arasında bir anlaşmazlık çıkardı. Sultan II. Abdülhamit 14 Şubat 1878’de meclisi tatil etti, Kanun-ı Esasiyi askıya aldı. Bütün yetkileri kendinde ve sarayda topladı. Tanzimattan itibaren ortaya çıkmış olan birçok yeni kurum tamamen ortadan kaldırılmadı ise de etkileri azaldı.

Yeni Osmanlılar; meşrutiyet idaresiyle, devlet içindeki Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki farkın ortadan kalkacağı, böylece de Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne müdahalesine herhangi bir sebep kalmayacağını düşünüyorlardı. Bu tarihlerde, Avrupa devletleri, devamlı olarak, Osmanlı Devleti’ne müdahale etmekte ve Hristiyan vatandaşlarına haksızlık ettiğini ileri sürerek, iç işlerine karışmaktaydılar.

“Osmanlılık” kavramı; Tanzimat Dönemine kadar,  “Hanedan-ı Âli Osman” şeklinde kullanılmakta olup, Osmanlıoğulları Hanedanını ifade eden bir kavram idi. Hatta “Devlet-i Osmaniye” şeklindeki kullanım bile nadirdi. Yaygın kullanım “Hanedan-ı Âli Osman ve Devlet-i Aliyye” şeklinde idi. Diğer taraftan bütün dünya literatüründe ülkenin ve devletin adı, Selçuklular döneminden itibaren olduğu gibi “Türkiye” idi.  “Türk” isminin sonuna takılan “iye” eki Latince olup, Bizans İmparatorluğu tarafından Selçuklular döneminde  “Türkiye” şeklinde  “Türklerin ülkesi, devleti” anlamında kullanılmıştır.  

 “Osmanlı” kavramı, Tanzimattan itibaren eşitlik, hürriyet, meşrutiyet kavramları ile birlikte, dağılmakta olan Osmanlı Devleti’nin toparlanması için siyasî, idarî, hukukî vb. anlamlar kazanan bir kavram haline dönüştü. “Devlet-i Osmaniye” veya günümüzdeki kullanılan şekli ile “Osmanlı Devleti” kavramı ile “Osmanlılık, Osmanlı toplumu, Osmanlı milleti” gibi kavramlar 19. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanmıştır. Sözgelimi klasik dönemlerde hanedandan olmayan herhangi bir fert “ben Osmanlıyım” diyemezdi, çünkü “Osmanlılık” hanedana mahsus bir kavramdı.

  1. yüzyılda; Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar, Sultan II. Abdülhamit devri aydınları Müslüman ve Hıristiyan tebaayı bir arada tutacak bir yol olarak “Osmanlı Milleti” meydana getirmek ve devletin dağılmasını bu şekilde önlemek istemişlerdi. Ancak bu fikirlere; Osmanlı Devleti’nin Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Hırvatlar, Eflak ve Boğdan (Romanya) gibi Hıristiyan vatandaşları hiçbir şekilde itibar etmeyerek kendi yollarında yürüdüler. Avrupa devletlerinin de desteği ile Osmanlı Devleti’nden ayrıldılar. Milliyetçilik akımlarının güçlenmesi sonucu Osmanlıcılık düşüncesi de etkisini yitirdi.

Devam edecek…

You may also like

Yorum Bırakın

Hakkımızda

İlimle, hikmetle, akılla, tarihten ders alarak ve tüm insanlığı Uyanışa davet ediyoruz.
UYANIŞ, asırlardır darbelenen inleyen milletin derdine dil olmak için yola çıkan millet evlatlarının sesidir.

Hak ve Millet Davasının Sesi Uyanış Dergisi 2024

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?
-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00